top of page

ÜÇÜNCÜ DÜNYA ÜLKELERİNDEN YAZAR ÇIKAR MI?

Güncelleme tarihi: 15 Tem 2023

Merkez diller” dışında bir dille yazan bir yazarın, dünyada tanınması için öncelikle İngilizce, Fransızca, Almanca gibi “merkez dil”lerden birine çevrilmesi gerekir.

*

İkinci mekanizma ise üçüncü dünya ülkesi yazarının, Avrupa kültürü için ilginç gelecek temaları işlemesidir.

*

Oryantalist bir Batılının gözünde “laik bir Arap” ilginç değildir, ama “dört karısı olan tekke şeyhi bir Arap” oldukça egzotiktir. Sosyalist bir Türk, ateist bir Kürt ilginç değildir ama zikir çeken mürit çok ilginçtir.

*

Oryantalist bir Batılının gözünde bu topraklarda ilginç olan şey, kadın-erkek eşitliği ya da laiklik değil harem ve haremdeki cariyelerdir.



“Saygıdeğer biçimler aldığı kendi ülkesinden, çırılçıplak soyunduğu sömürgelere yönelirken burjuva uygarlığının derinlerindeki ikiyüzlülük ve ta en içinde taşıdığı barbarlık bütün giysilerinden arınarak karşımıza çıkmaktadır.” K. Marx




Vietnamlı, Endonezyalı ya da Malezyalı bir yazar biliyor musunuz?

Bu ülkelerde yazılmış binlerce roman olduğu halde niçin hemen hemen hiçbirimiz bu yazarları bilmiyoruz?

Eğer biliyorsanız, adını bildiğiniz yazarları nasıl biliyorsunuz?

Ne kadar iyi yazarsa yazsın, üçüncü dünya ülkelerinden çıkan bir yazarın dünyada tanınma olasılığı çok düşüktür. Ortalama bir okurun İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca, Rusça (belki Portekizce) dışında yazılmış dillerdeki bir romanı ana dilinden okuma olasılığı yoktur. Bir Türk okurun, Endonezce yazan bir yazarı, kitabın özgün dilinden okuma olasılığı neredeyse sıfırdır.

Merkez diller” dışında bir dille yazan bir yazarın, dünyada tanınması için öncelikle İngilizce, Fransızca, Almanca gibi “merkez dil”lerden birine çevrilmesi gerekir. Vietnamca, Malayca, Sanskritçe ya da Baskça yazılmış bir romanın Türkçeye çevrilmesi ancak böyle mümkündür.

“Merkez diller”in dışında bir dille yazılmış kitapların büyük bir çoğunluğu özgün dilinden çevrilmemiştir; genellikle çevirinin çevirisidir. Stanislaw Lem gibi bir dâhinin kitapları bile Türkçeye, Lehçe aslından değil İngilizce ve Almancadan çevrilmiştir.

Bunlara İzlandalı yazar Halldor Laxness gibi Nobel Edebiyat Ödülü almış olanlar da dâhildir.

Burada bir sorunun yanıtını aramamız gerekiyor.

Avrupa’da, İngilizce, Fransızca ve Almanca yazılmış on binlerce roman varken neden Vietnamlı, Türk, Ermeni ya da Kürt bir yazarın romanını çevirsinler?

Soruyu daha da netleştirelim:

“Merkez diller”le yazılmamış bir roman, “merkez diller”e çevrilmesi için hangi ölçütleri taşımalıdır?

Romanın çok iyi olması yeterli midir?

İyi olmak yeterli olsaydı Cumhuriyet tarihinde yazılmış en iyi romanlardan biri olan Mithat Cemal Kuntay’ın Üç İstanbul romanının çoktan çevrilmiş olması gerekirdi. Üç İstanbul Fransızca yazılsaydı, büyük bir olasılıkla birkaç ayrı yayınevi tarafından Türkçeye çevrilirdi ve Türkiye’de bugün okunduğundan çok daha fazla okunurdu.

Ana akım Avrupalı anlayışının Üç İstanbul romanına ihtiyacı yoktur.

Vietnamlı bir yazar, “orta sınıf şehirli bir insanın bireysel bunalımı”nı mükemmel bir şekilde yazsaydı merkez dillere çevrilir miydi?

Kesinlikle hayır.

Avrupalının böyle bir ihtiyacı da yoktur. “Şehirli insanın bireysel bunalımı” o dillerde zaten gayet ayrıntılı olarak yazılmıştır. J. P. Sartre Fransız değil de Malezyalı olsaydı, büyük bir olasılıkla hiçbirimizin haberi olmazdı.

Fransa’nın A. Camus’sü, J. P. Sartre’ı varken Almanya’nın T. Mann’ı varken böyle bir tema, Avrupalının gözünde Vietnamlı bir yazarı ilginç kılmaz.

Üçüncü dünya ülkelerinden çıkan bir yazarın “merkez diller”e çevrilmesi için, yazdıklarının Avrupa kültürü için ilginç olması gerekir. Örneğin Yaşar Kemal’in İnce Memed romanını bir Fransız, bir Alman ya da bir İngiliz yazar asla yazamaz. İnce Memed’de işlenen temalar: ağalık, feodalite, isyan, eşkıya vs. bir Avrupalı için ilginçtir ve çevrilmiştir.

Üçüncü dünya ülkesinden bir yazarın “merkez diller”e çevrilmesi, genellikle iç içe geçmiş iki mekanizmayla olur.

İlk mekanizma, üçüncü dünya ülkesi yazarının, Avrupa kültürünün parçası bir yazara benzetilerek sunulması, bunlar arasında bir ortaklık kurulmasıdır:

Bunun örneği “Doğu’nun Kafkası”, “Rusya’nın Poe’su” klişesidir ve önceki bölümde ele alınmıştır.

İkinci mekanizma ise üçüncü dünya ülkesi yazarının, Avrupa kültürü için ilginç gelecek temaları işlemesidir.

G. G. Marquez’in büyülü gerçekçiliği, O. Pamuk’un sıkça işlediği “Doğu-Batı karşıtlığı”, Doğu kültürüne özgü hat, minyatür sanatı, hamam, harem, mistisizm, Mevlana, tekke vs. gibi temalar Avrupa kültürü için ilginçtir.

Ancak bütün bu temaların Avrupalının gözündeki Doğu imgesini beslemesi gerekmektedir.

Üçüncü dünya ülkelerinden çevrilen kitapların tanıtım yazılarında bile bu bakıştan izler bulmak olanaklıdır.

Frankfurter Allgemeine Zeitung, Hasan Ali Toptaş’ın Gölgesizler romanını şu şekilde tanıtmaktadır: “İslam mistisizminin edebi başarılarıyla zenginleştirilmiş Doğulu bir Kafka.”(1)

Aynı roman için New York Journal of Books’un kullandığı tanım şudur:

Halusinojenik, kesinsiz, mistik…(2)

H. A. Toptaş metinleri bu kitabın 1. Cildinde detaylı olarak ele alınmıştır. Bunlardan birisi bu kaynaktan okunabilir.(3)


Her şey birbirine benziyor!

Aşağıda, Türkçeden Avrupa dillerine çevrilmiş bazı kitapların kapakları görülmektedir.

Elif Şafak, Nedim Gürsel, Mine Kırıkkanat, Tuna Kiremitçi, Perihan Mağden, Selahattin Demirtaş, Hakan Günday, Orhan Pamuk, Yiğit Bener, Oya Baydar…

Bu kitapların ortak noktası nedir?

Yazım tekniği bakımından bu yazarlar birbirlerinden farklıdır. İçerik olarak da birbirinden oldukça farklı kitaplar olmasına rağmen kapaklarında dikkat çekici ortak bir nokta vardır:








Bu romanların hepsinin kapağında cami fotoğrafı vardır. Bu camilerin büyük bir kısmı da ya Ayasofya ya da Sultanahmet’tir.

Oysaki kitapların en az yarısının Ayasofya’yla, Sultanahmet’le ya da İstanbul’la hiçbir ilgisi yoktur.

Nasıl ki ortalama bir Avrupalı turist için Türkiye “deniz”, “rakı”, “şiş kebap”, “mezdeke”, “harem”, “hamam”, “halı” vs. ise ortalama bir Avrupalı okur için de Türkiye Ayasofya ile Sultanahmet’tir. Oryantalist bir Avrupalının gözlerini Doğu’ya çevirdiğinde gördüğü şey budur.


Batılının gözünde Doğulu nedir?

K. Marx’ın İngiltere’nin Hindistan politikasını değerlendirirken yazdığı şu saptaması hâlen güncelliğinden hiçbir şey yitirmemiştir:

“Saygıdeğer biçimler aldığı kendi ülkesinden, çırılçıplak soyunduğu sömürgelere yönelirken burjuva uygarlığının derinlerindeki ikiyüzlülük ve ta en içinde taşıdığı barbarlık bütün giysilerinden arınarak karşımıza çıkmaktadır.”(4)


Oryantalist bakışa göre bu topraklarda devrim olamaz. Orada Fransız Devrimi varken bu topraklardaki Cumhuriyet Devrimi hiç de ilginç değildir. Oryantalist bir Batılının gözünde “laik bir Arap” ilginç değildir, ama “dört karısı olan tekke şeyhi bir Arap” oldukça egzotiktir. Sosyalist bir Türk, ateist bir Kürt ilginç değildir ama zikir çeken mürit çok ilginçtir.

Oryantalist bir Batılının gözünde Ortadoğu’da laiklik, kadın-erkek eşitliği sağlamak ilginç değildir ama hareme kapatılan kadınlar çok egzotiktir.

Ünlü Fransız ressam H. Matisse, gözlerini doğuya çevirdiğinde resmini çizmek için gördüğü şey hareme kapatılan kadınlardı.

Türkiye’de kadın-erkek eşitliğine yönelik medeni kanun çıkarıldığı ve kadınlara seçme- seçilme hakkı verildiği yıllarda H. Matisse “odalisque” (odalık) adını verdiği resim serisini yapmaktaydı.(5, 6, 7)


H. Matisse, Odalisque, Blue Harmony 1937

H. Matisse, Small Odalisque in Purple Robe, 1937

Oryantalist bir Batılının gözünde bu topraklarda ilginç olan şey, kadın-erkek eşitliği ya da laiklik değil harem ve haremdeki cariyelerdir.

Avrupa’dan bakan sıradan bir göz için Türkiye’nin bütün şehirleri İstanbul’un çevresindedir veya Türkiye iki şehirden ibarettir: Ayasofya ve Sultanahmet’in olduğu İstanbul ile tatil ve deniz şehri Antalya.

Bu kapaklar işte bu oryantalist bakışın bir sonucudur. Bu bakışın yukarıda birbirinden farklı kitaplarda gördüğü, kapağa koyduklarıdır.

Nazım Hikmet’in 1925’te yazdığı Piyer Loti adlı bir şiiri vardır:


Piyer Loti

Tevekkül!

Kısmet!

Kafes, han, kervan

şadırvan!

Gümüş tepsilerde rakseten sultan!

Mihrace, padişah,

bin bir yaşında bir şah.

Minarelerde sallanıyor sedef nalınlar,

burunları kınalı kadınlar

ayaklarıyla gergef dokuyor.

Rüzgarlarda yeşil sarıklı imamlar ezan okuyor! >>


İste Frenk şairinin gördüğü şark!

İşte

dakikada 1.000.000 basılan

kitapların

şark`ı!

Lakin

ne dün

ne bugün

ne yarın

böyle bir şark

yoktu,

olmayacak!


Şark

üstünde çıplak

esirlerin

aç geberdiği toprak!

Şarklıdan başka herkesin

orta malı olan memleket!

Açlığın kıtlıktan olduğu diyar!

Ağzına kadar

buğdayla dolu ambar!

Avrupa’nın ambarı!


Asya!

Amerikan dretnotlarının tel direklerine

senin Çinlilerin

uzun saçlarından

sarı mumlar gibi asıyorlar kendilerini!

Himalayanın

en yüksek

en dik

en karlı tepesinde

Britanya zabitleri cazbant çaldırıyorlar,

kara tırnaklı ayaklarını daldırıyorlar,

Paryaların

beyaz dişli ölülerini attığı Ganja!

Anadolu baştan başa

Armistrongun

talim meydanı oldu!

Asyanın bağrı doldu!

Şark

yutmayacak

artık!

Bıktık be bıktık!

İçinizden biri

can verebilse bile

açlıktan ölen öküzümüze,

burjuvaysa eğer

gözükmesin gözümüze!

Hatta sen

sen Piyer Loti!

Sarı muşamba derilerimizden

birbirimize

geçen

tifüsün biti

senden daha yakındır bize

Fransız zabiti!

Fransız zabiti sen

o üzüm gözlü Azadeyi

bir orospudan

daha çabuk unuttun!

Kalbimize diktiğin

Azadenin taşını

bir tahta hedef gibi topa tuttun!

Bilmeyenler

bilsin:

sen bir şarlatandan başka bir şey değilsin!

Şarlatan!

Çürük Fransız kumaşlarını

yüzde beş yüz ihtikarla şarka satan:

Piyer Loti!

Ne domuz bir burjuvaymışsın meğer!

Maddeden ayrı ruha inansaydım eğer,

Şarkın kurtulduğu gün

senin ruhunu

köprü başında çarmıha gerer

karsısında cigara içerdim!

Ben elimi size verdim,

size verdik bir elimizi

kucaklayın bizi

Avrupanın sankulotları!

Sürelim yan yana bindiğimiz al atları!

Menzil yakın

bakın

kurtuluş günü artık sayılı.

Önümüzde şarkın kurtuluş yılı

bize kanlı mendilini sallıyor.

Al atlarımız emperyalizmin göbeğini nallıyor.

Nazım Hikmet (8)


Bu kitapların kapağında, bu bakışın cisimleşmiş hâli görülmektedir. Üçüncü dünya ülkesinden bir yazar ne yazarsa yazsın, bu oryantalist bakış onu, kafasındaki imgeyle ve görmek istediği gibi görmektedir. Üçüncü Dünya ülkelerinin birçok yazarı da bu oryantalist bakışı içselleştirmiş ve kendilerine onların baktığı gibi bakmaktadır. Bu sakat bakışla değerlendirilen Üçüncü Dünya ülkelerinin yazarları bu tutuma itiraz etmedikçe bu tavır sürecektir.


Taylan Kara


EDEBİYATLA AHMAKLAŞTIRMA FELSEFEYLE ÇÖKERTME 2. CİLTTEN




Kaynaklar

1- https://www.bloomsbury.com/uk/shadowless-9781408850824/ (Erişim tarihi 22.12.2019)

2- https://www.nyjournalofbooks.com/book-review/shadowl (Erişim tarihi 22.12.2019)

3- https://www.taylankara.com/post/hasan-ali%CC%87-topta%C5%9Fedebi%CC%87yati-3-mi%CC%87sti%CC%87si%CC%87zmi%CC%87n-veakildi%C5%9Fili%C4%9Fin-y%C3%BCcelti%CC%87lmesi%CC%87 (Erişim tarihi 22.12.2019)

4- Karl Marx, Fredrich Engels, Seçme Yapıtlar 1. Cilt, Sol yayınları, 1. Baskı sf 602.

5- https://www.wbur.org/artery/2017/04/08/matisse-in-the-studio (Erişim tarihi 22.12.2019)

6- Odalisque, Blue Harmony 1937, http://art-matisse.com/1930_14.html (Erişim tarihi 22.12.2019)

7- Small Odalisque in Purple Robe 1937, http://art-matisse.com/1930_16.html (Erişim tarihi 22.12.2019)

8- Nazım Hikmet, Bütün Eserleri 1, Cem Yayınevi, 1975, İstanbul.


1.107 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page