top of page

ÇOK KİŞİSEL BİR STANİSLAW LEM YAZISI

Güncelleme tarihi: 24 Ağu 2018

Vasat Edebiyatı 101 kitabından


Stanislaw Lem’in ilk okuduğum kitabı, bir arkadaşımın “bu adam tam senin adamın” diyerek verdiği Gelecekbilim Kongresi idi. Bu adamın niye “benim adamım” olduğunu o sırada da, daha sonra da sormadım. Ama gerçekten de “benim adamım” olduğu doğruydu. O kitaptan sonra S. Lem’in o sırada Türkçe’ye çevrilmiş bütün kitaplarını okudum. Bu kitapları okuduğumda S. Lem hala yaşıyordu. O sırada internette Türkçe olarak şaşırtıcı derecede az kaynak vardı. Bir yerlerde yazdığına göre Lem yıllardır yazmayı bırakmış, Krakow şehrinin dışında elektriksiz bir kulübede yaşıyordu. O sıralarda Polonya’ya gidip Lem’i evinde ziyaret etmeyi ciddi ciddi aklımdan geçirmiştim. Ama diyelim ki gittim, ona ne soracaktım? Ne konuşacaktım? Böylesine büyük bir zeka, beynimi bu kadar etkileyen bir kişi henüz ölmeden yakınında olmayı en azından onu canlı görmeyi çok isterdim. * Bunlar o sırada sadece tasarı olarak kaldı, hiç gerçekleşemedi. 2006 yılının mart ayında, geleceğimin özel nedenlerle belirsiz olduğu bir zamanda haberini aldım: S. Lem ölmüştü. Zaten pek az yerde çıkan ölüm haberi bizim medyaya yakışır biçimde magazinsel, bir o kadar da sinir bozucuydu. Haberi yazmaya değer bulanlar ağız birliği etmişcesine “Solaris öksüz kaldı” başlığıyla vermişlerdi. S. Lem ölmeden önce onu görme fırsatını kaçırmıştım. Garip ve gaddarca ama ölmesine üzüldüğüm kadar onu görme planımın suya düşmesine de üzülmüştüm. Bu utanç verici düşünce, bir anlığına da olsa kafamda çakmıştı. S. Lem’in ölümünden sonra kendisini canlı görememiş olsam da mezarını ziyaret edebilirim diye düşünmeye başladım. En azından Lem’in beni kapıdan kovma olasılığı yoktu. S. Lem’in şimdiye kadar Türkçe’de çıkan bütün kitaplarını en az bir sefer, bir kısmını birkaç kez okudum. Son 10 yıldır ne okuyor olursam olayım, okuduğum kitapların yanında S. Lem’in bir kitabı mutlaka bulunurdu. Şu anda da en son çıkan Siberya kitabından önce çıkmış olan Mükemmel Boşluk ve Hayali Büyüklük kitaplarının çeşitli bölümlerini tekrar tekrar okuyorum. *


Stanislaw Lem? O da kim? S. Lem’in mezarını ziyaret etmek için Krakow’a gittiğimde Krakow’da her tarafta S. Lem heykelleri, S. Lem ismini taşıyan cadde, sokak, bulvarlar göreceğimi zannediyordum. Sokakta birisine S. Lem dediğimde hemen tanıyacak ve ondan söz edecekti! Kafamda aptallık derecesinde bir saflıkla bu düşünceler geçiyordu. Bunun böyle olmadığını kısa sürede öğrendim. Gerçi örneklem fazla büyük değildi -belki bize denk geldi- ancak Krakow sokaklarında S. Lem’in adını bir tek bir taksi sürücüsü duymuştu. O da bir süre düşünüp bir kuyudan yukarı çeker gibi zorlukla çıkarabilmişti Lem tanıdıklığını; kafa sallayıp “o” harfini kalabalıklaştırarak “robooot” demişti. Sadece okuldan tanıdığını tahmin ediyorum. Önce bunu garipsedim ama sonra bunun bir ölçü olamayacağına karar verdim. Orhan Kemal’i Adana’da kaç kişi tanır? Yusuf Atılgan’ı Manisa’da, Rıfat Ilgaz’ı Kastamonu sokaklarında kaç kişi tanır? Ancak kitapçıların adını hiç duymamış olmasına, ismini tek tek kodlamamı istemelerine şaşırmak hakkım olsa gerek. Krakow’un iki büyükçe kitapçısında S. Lem adını hiç duymamışlardı. Tezgahtar ismini tekrarlattı, heceletti ve bilgisayarda baktı. Oldukça büyük mekanda geniş bir bilimkurgu bölümünde her türlü ejderha, canavar, vampir resimli kitaplar, gözlere sokulacak yerleri kapmışken S. Lem’in bir tek kitabı en altta köşede, bulunması neredeyse imkansız bir yerde duruyordu. Gördüğümde aklımdan “Lem’e en uygun yer” diye geçti. Hiç kimse köyünde peygamber olamıyor sanırım. S. Lem’in mezarı Lem’in mezarına google earth’den defalarca bakmıştım. İnternette mezarının resimlerini bulmuş, hangi mezarlıkta olduğunu ve mezarlıktaki yerini öğrenmiştim. Salwator mezarlığı çok büyük bir mezarlık da değildi zaten. Hava tamamen kapalıydı. S. Lem’in mezarı çevresindeki mezarlara göre genişçeydi. Yine çoğu mezar taşı siyah renkli iken Lem’inki etrafındakilerden farklı olarak tümü bordo-pembe bir mermerden yapılmıştı. Mezarının üzerine onlarca küçük taş bırakılmıştı. Bu kadar çok ziyaretçisi var mıydı merak ettim. Bu kapalı, yağmur bulutlarıyla kaplı, insanı karamsarlığa ve çökkünlüğe iten hava ile S. Lem’in dünyası ve edebiyat atmosferi arasında kolayca bir ilişki kurulabilirdi. S. Lem şimdi yaşasa ne yapardı diye düşündüğümde, mezarının üzerinde oturup bu iç bunaltıcı havayı izleyebilirdi diye aklımdan geçirdim. Muhtemelen gülümseyerek. Bunların hepsi elbette S. Lem’in yazdıklarından yola çıkarak benim uydurmalarımdı. Lem’in metinlerinin bir köşesine, ne kadar karamsar olursa olsun mutlaka okuyucunun yüzünde bir tebessüm bırakacak miktarda bir mizah sıkıştırılmıştır. S. Lem gördüğüm en karamsar yazarlardan biri dahi olsa bu karamsarlığa hep bir “Aias gülüşü” eşlik eder çünkü. Lem’i, sadece bir bilimkurgu yazarı olarak tanımlamak, onun hakkında neredeyse hiçbir şey söylememektir. Felsefi soruları izleyen bilim-kurgu yazarlarının olması, bilim-kurgunun “ana akım” eğilimlerini görmemize engel olmamalıdır. Ne Mülksüzler kitabının yazarı anarşist-feminist yazar Ursula K. LeGuin, ne de hemen hemen bütün yapıtlarında “gerçek nedir?” sorusunu işleyen Philip K. Dick… Her ne kadar bu yazarların bilimkurguyu “saygın edebiyat seviyesi”ne (o, her ne demekse!) yükselttiği söylense de bilimkurgu yazınının “merkez”inde yer almazlar. Bilebildiğimiz ölçüler içerisinde bugün edebiyat dünyasında ikinci bir Philip K. Dick yoktur, Ursula K. LeGuin de; ama Stanislaw Lem hiç yoktur. O halde yanıtını vermeye başladığımız soruyu daha açık bir şekilde soralım: S. Lem ve kitapları niye bu kadar önemlidir? Bu soruya hakkıyla yanıt vermek herkesin harcı değil, bu metnin yazarının da… Ancak bu yazıda elden geldiğince S. Lem’in geride bıraktığı ve 20 milyonun üzerinde basılan kitaplarının temel karakteristik özellikleri ele alınacaktır.



* Lem’in en başta gelen özelliği, bıkıp usanmadan, dönüp dolaşıp insanın evrendeki yerini işleyen öyküler anlatmasıdır. İnsanın kendisini her şeyin merkezine koyduğu o yaygın görüşü büyük bir acımasızlıkla yerden yere vurur. İnsanmerkezciliğin eleştirisi, birçok hikâyesinde ana ya da yan tema olarak kullanılan tipik bir Lem temasıdır. O, insan uygarlığına hep dışarıdan bakar; milyarlarca insanın benimsediği en tartışılmaz “hakikatler” Lem’in baktığı mesafeden bakıldığında buharlaşır, en “nesnel” zannedilenlerin “öznel”, en “evrensel” zannedilenlerin aslında “yerel” olduğu anlaşılır. Metinlerinde hemen daima, anlatılarının merkezinde olmayan bir ironi ve mizah vardır. Bu mizah, okuyucuyu kahkahalara boğmayı amaçlamaz -ama okuyucunun kahkahalara boğulması hiç de nadir bir durum değildir- ancak kahramanı gölgesi gibi sürekli takip eder ve genellikle de trajik olanın içindedir. Lem, “büyük anlatı” iddiasıyla yola çıkmaz, “mükemmellik” onun en çok reddettiği şeydir. Hikâyelerinde büyük toplum projeleri ya da türlü mühendislikler, öngörülemeyen amaç dışı olaylara yol açar ve genellikle kötü sonuçlanır. Yıldız Güncesi’ndeki öykülerinin birinde güneşin oluşumu, buzul çağı ya da dünyanın iklimi, hep geçmişi düzeltmeye çalışan bir büyük projenin yol açtığı kazalar sonucu oluşmuştur. Kitaplarında, yaşadığı zamanın çok ötesinde öngörüler vardır ve bunların bir kısmı on yıllar sonra gerçek olmuştur. Daha bilgisayarların gündelik hayata girmesinden yıllar önce 1964 yılında yazdığı kitapta “sanal gerçeklik gözlüğü” nü yazmış, “phantomatik” kavramı ile sanal gerçekliği betimlemiştir. Henüz dar bir akademik çevre dışında kimseyi ilgilendirmezken bioteknolojiden, kuantum ışınlamadan, klonlamadan ya da “evrenin bir hiçlik dalgası olduğu” teorisiden bahsetmiştir. 1968’de yazdığı “Gelecekbilim Kongresi” kitabında psişik ilaçlarla sayesinde “kemokrasi” ile yönetilen bir toplum tasarlar. Bu kitapta, milyonlarca insanın izlediği popüler bir film olan “Matriks”ten tam 30 yıl önce “gerçek nedir?” sorusunu, bir bilgi felsefesi konusu olarak ele alır. Verdiği yanıtlar azdır, olanlar da karamsardır. Bakış açısına, ince mizahıyla bile dengelenemez bir karamsarlık hâkimdir. Bu onun dünyaya bakışındaki en temel unsurlardan biridir. “Etik nedenlerden dolayı bir ateistim. Bir yaratıcıyı yaratısından tanıyacağınızı düşünüyorum. Dünya bana öyle acı verici bir şekilde birleştirilmiş gibi geliyor ki onun birisi tarafından kasıtlı bir şekilde yaratıldığını düşünmektense, herhangi biri tarafından yaratılmadığını düşünmeyi yeğlerim.” açıklaması onundur. İnsanın diğer memelilerden farkını “ahlaksızlık ve alçaklık sadece insana aittir.” diyerek açıklar. Bir söyleşide, insanlığın durumu ile ilgili bir soruya verdiği yanıt şudur: “Olanaksız bir koşuşturmanın içinde yaşıyoruz. 50 katlı bir gökdelenin çatısından atlamış bir adam gibiyiz ve şu anda 30. katta birisi eğilip soruyor ona ‘nasıl gidiyor?’ düşen adam cevap verir ‘şimdilik her şey yolunda’. Bizi nasıl bir şeyin ele geçirdiğini kavrayamıyoruz. Yüksek teknolojilere sahip oldukça onların ilerleyişindeki hakimiyetimizi yitiriyoruz.” Yıldız Güncesi kitabının 8. Yolculuğu’nda “birleşmiş gezegenler” kurulunda insan ırkı sınıflandırılırken şu tartışma yaşanır: Bir “garabet” (aberrantia) olan insan ırkı “kokuşmuş pelte” (monstroteratum furiosum” olarak mı adlandırılmalıdır yoksa “böcekgözlü sahtekar” (artefactum abhorrens) olarak mı? Birçok romanının temel çelişkisi, kahramanın yabancısı olduğu bir çevreyle olan ilişkisidir. Bu açıdan bir yazara benzetilecekse en çok Kafka’ya benzer. Solaris’te kahraman, dilini anlayamadığı bir gezegene gider. “Yıldızlar’dan Dönüş” kitabının kahramanı, yaşadığı zamandan 200 yıl sonrasına, her şeyin “mükemmel” olduğu dünyaya döner. “Küvette Bulunan Günce” kitabının kahramanı labirente benzeyen bir binada olan biteni anlamaya çalışır. Kafka’nın kahramanlarında çevreye bu yabancılık, bir gerilim unsurudur ve kahraman bu yabancılığı gidermeye çalışır. Oysa Lem’in kahramanlarında böyle bir çaba görülmez. Anlatıların sonunda bu yabancılık sorunu çözülmez de; genellikle evrenselleştirildiği ve bir insanlık durumu olarak ilan edildiği sezilir. Lem, o klasik şablona sokacak olursak az cevap verir, çok soru sorar; ama en çok bizim cevap diye bildiklerimizi yıkarak onların yerine kendi sorularını koyar. Kitapları 27 milyon basılmış ve 40 tan fazla dile çevrilmiş olsa da Lem hep anlaşılmadığından şikâyetçi olmuştur. Bir konuşmasında: “Sanki yarım asır boyunca Çince konuşmuşum izlenimine kapılıyorum. Çünkü kimse bir şey anlamadı; okundu ve anlaşılamadığı için unutuldu.” diyerek bunu dile getirmiştir.




* Solaris onun, en çok tartışma yaratmış olan kitabıdır. Solaris romanının A. Tarkovski ve S. Soderbergh tarafından 1972 ve 2002 yıllarında çekilen iki ayrı versiyonu Lem’in “anlaşılmama” yahut “yanlış anlaşılma” yakınmasını doğrular nitelikteydi. Bu yönetmenlerin her biri önemli yönetmenler olsalar da çektikleri Solaris, Lem’in yazdığı Solaris değildi. Tarkovski’nin S. Kubrick’in 1968 yılında çektiği “2001 A Space Odyssey” filmine yanıt diye çektiği söylenen (Bu varsayımın hangi kanıtlarla temellendirildiğini hala anlayamamışımdır.) Solaris filmi, Solaris kitabından çok başka bir anlayışı işlemekteydi. O kadar ki “Lem’in Solaris kitabı, bu iki filmden hangisine daha yakındır?” diye sorulacak olursa cevap muhtemelen Tarkovski’nin Solaris filmi değil Kubrick’in 2001 filmi olacaktır. Lem Solaris’i, “Romanda yapmak istediğim şey, insanın var olduğunu anladığı, gücünün farkına vardığı fakat kendi insani konseptleri, düşünceleri ve imgelerine dönüştürmeyi başaramadığı bir varlıkla karşılaşmasını anlatmaktır.” diye açıklamıştı. Tarkovski’nin, Lem’in kitabından kendine özgü üslubuyla çektiği, uzun sekansları ve yoğun mistik göndermelerle dolu filmini Lem, bir “Suç ve Ceza” uyarlaması olarak yorumlar ve şöyle der: “Tarkovski ile ben aynı arabayı birbirine zıt yönlere çeken iki at gibiyiz.” Soderbergh’in filmi ise Solaris’in bir anlamda “Hollywoodize” edilmiş halidir. Soderbergh’in film hakkında “Aşkı biraz daha ön plana çıkardık.” ifadesi üzerine, resmi internet sitesinde kendisinin “Kesinlikle uzaydaki insanların erotik problemleriyle ilgili bir metin kurgulamadığını” söyleyip şunu eklemiştir: “Böyle bir amacım olsaydı kitabın ismi Solaris değil, “Uzayda Aşk” (Love in Outer Space) olurdu.” S. Lem kitaplarının çevirileri Yetmişli yıllarda Solaris, Türkçe’ye çevrilmiş olsa da uzun bir süre Lem, Türkçe okunamayan bir yazar olarak kalmıştır. Türkçe’de Lem kitaplarının yaygınlaşması 2000’li yılların başında İletişim Yayınevi’nin basımıyla olmuştur. Türkçe’ye Lem’in 20’ye yakın kitabı çevrilmiş olmasına rağmen şu an piyasada sadece Solaris ve Aden’in yeni baskısı, Pinhan Yayınevi’nin çıkardığı Hayali Büyüklük, Cem Yayınevi’nin Mükemmel Boşluk ve Siberya adlı kitapları bulunmaktadır. S. Lem’in kitaplarının en büyük şanssızlığı bunların özgün dilinden çevrilmemiş olmasıdır. Aslında bu şanssızlık, S. Lem’in değil bizimdir. Bu durum bazı metinlerinde o kadar göze çarpar ki “Bu tatsız tuzsuz metni S.Lem mi yazmış?” sorusunu akla getirir. Türkiye’de Lehçe bilen kimse yok mudur? Elbette vardır. Ve hatta S. Lem’in kitaplarını özgün dilinden çeviren çevirmen de vardır. Ancak bilmediğim nedenlerden ötürü“Lehçe özgün dilinden çeviren :…” ibaresini henüz hiçbir S. Lem kitabında görmedim. Kütüphanemdeki İletişim yayınları’ndan çıkan S.Lem kitaplarından birisi Almanca’dan, sekizi İngilizce’den çevrilmiştir. Kalan üçü belirtilmemiş olsa da Lehçe’den çevrilmediği kesindir. Bir kitabın çevirisinin çevirisi elbette her kitapta anlam kaybına yol açar ama S. Lem’de bu 10 kat daha fazladır. S. Lem’in dilini bilenler, kitabın bir yığın sözcük oyunları, yeni sözcük uydurma, anlam kaydırmalarından haberdar olan okurlar ne dediğimi daha iyi anlayacaklardır. Bazı kitaplarında neredeyse her sayfada birkaç uydurma sözcük görürüz. Felektron, vardiya-diazem: vardiyazem, kimya-demokrasi: kemokrasi… Bunlar, üzerinden iki defa çeviri geçmiş bir metinden bize kalanlardır. Kim bilir özgün dilindeki metinlerde neler neler vardır, bilmiyoruz. Bu yıkımı en aza indirmek için S. Lem’in Türkçe’ye özgün dilinden çevrilmesi şarttır. Türkçe okuruna karşı bu son derece gecikmiş görev artık yerine getirilmelidir. Yıldız Güncesi, Solaris, İnsanın Bir Dakikası, Küvette Bulunan Günce, Hayali Büyüklük ve diğerleri… Bu ifadelerin abartı olduğunu düşünenler, bunlardan birini okurlarsa ne demek istediğimi anlayacaklardır. Bu yazı “Lem bilimi”ne bir giriş bile değildir. Lem ile ilgili bir yazı çok daha detaylı yazılabilir, her kitabının sayfalarca ayrıntılı incelemesi yapılabilir. Lem, son yıllarında artık kitap yazmayı bıraktığını söylüyordu. 27 Mart 2006’da Krakow’da öldü. Mezarı Krakow’da Salwator Mezarlığı’ndadır ve mezar taşının üstünde Çehov’un “Üç Kızkardeş” oyununda geçen şu ifade yazılıdır: “Feci, quod potui, faciant meliora potentes. ” (*)


Yeni başlayanlar için Lem: Bu liste tamamen kişisel bir listedir, bir başkası bu sıralamayı başka bir şekilde yapacaktır. Liste, 2015 yılı itibariyle Türkçe’de basılmış olan kitaplardan seçilmiştir. Mutlaka Okunması Gerekenler 1. Yıldız Güncesi 2. Gelecekbilim Kongresi 3. Solaris 4. Küvette Bulunan Günce Okunması Gerekenler 5. İnsanın Bir Dakikası 6. Soruşturma 7. Yıldızlardan Dönüş 8. Aden 9. Dünyada Barış 10. Hayali Büyüklük 11. Mükemmel Boşluk 12. Siberya

Lem’in Türkçe’deki diğer kitapları 13. Yenilmez 14. Fiyasko 15. Ölümlü Makineler 16. Dönüşüm Hastanesi 17. Kör Talih * Ben elimden geleni yaptım, daha iyi yapabilen buyursun yapsın.


Vasat Edebiyatı 101 kitabından









882 görüntüleme2 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page