top of page

KAKA CUMHURİYET, KADIN HAKLARI VE FEMİNİZMİN ANA DAMARI


Türk düşünce dünyasına hakim olan iklimde 1923 Cumhuriyeti bir anomalidir, her yaptığı kötüdür, eğer iyi bir şey yapmışsa mutlaka altında kötü bir şey vardır.

*

Türkiye’de bir dönem feminist hareketin ana akımına hakim olan damarın yayın organlarında Cumhuriyet lehine bir satır bulmak "trigonometri bilen bir galapagos iguanası bulmak"tan daha zordur. 1926'da kadın-erkek eşitliğini getiren Medeni Kanun bile “sadece erkekleri özgürleştirdi” diye olumsuz ilan edilmiştir.



İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) dergisinde, “Türk kadını haklarını mücadeleyle aldı” başlıklı Prof. Dr. Ayşegül Yaraman ismiyle bir yazı çıkmıştır.



(1)

Türkiye’deki kadın haklarının tarihini ele alan yazıda kadınlara verilen seçme ve seçilme hakkıyla ilgili şunlar yazmaktadır:

“Bu tarihe kadar İsveç, Finlandiya, ABD, Yeni Zelanda, Avustralya, Norveç, İzlanda, Danimarka, Kanada, SSCB, Avusturya, İrlanda, Lüksemburg, Polonya, İngiltere, Hollanda, Çekoslovakya, Pakistan, Almanya, Macaristan, Belçika, Birmanya, Meksika, Moğolistan, Ekvator, Yunanistan, Romanya, Güney Afrika, İspanya, Sri Lanka, Şili, Brezilya, Tayland, Uruguay, Peru, Küba gibi yaygın bir coğrafyada kadınların siyasal hakları tamamen ya da kısmen yasalaşmıştı.”


Yazıda bu cümleye dayanarak şu yorum yapılmaktadır:


“Cumhuriyet öncesinden başlayan kadınların siyasal talep ve eylemlerinin sonucunun 1930’lara kadar ertelenmesi ve siyasal hakların yukarıdaki pek çok ülkeden sonra yasalaşması, kazanımın değil erken olduğunun, geç bile kaldığının göstergelerindendir.”

*

Bu ifadede birçok maddi hata vardır. Yazıda Türkiye’den önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilen ülkeler diye uzun bir liste yapılmıştır.


1. “Türkiye’den önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilen ülkeler” listesinde Yunanistan, Meksika ve Peru da var. Oysa kadınlara seçme ve seçilme hakkı:

Yunanistan’da 1952’de,

Meksika 1947 (seçme hakkı) ve 1953’te (seçilme hakkı),

Peru’da 1955’te verilmiştir (2).

*

2. Listede adı geçen ülkelerden Birmanya 1948’de, Pakistan 1947’de kuruldu (3).

Bu haklar bu ülkeler kurulmadan önce nasıl verildi acaba? Birmanya diye bugünkü adıyla Myanmar kastediliyor desek bile, Myanmar’da kadınlara seçme hakkı 1935, seçilme hakkı 1946’da verilmiştir.

Bu ülkelerin Hindistan’ın parçası oldukları dönem kast ediliyorsa Hindistan’da bu hakkın verilme tarihi ise 1950’dir (4).

*

3.

İkinci Dünya savaşından önce kadınlara seçme hakkı tanımış olan sadece üç Asya ülkesi vardır: (1931) Sri Lanka, (1932) Tayland ve (1935) Myanmar’dır (5). Türkiye’de ise bu haklar 1930 (seçme hakkı) ve 1934 (seçilme hakkı)’de verildi.

*

4. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının Türkiye ile benzer zaman diliminde (seçme: 1930, seçilme 1934) veren ülkelerin bu listede yer alması konusuna hiç girmeyelim (İspanya 1931, Sri Lanka 1931, Brezilya 1934,Tayland 1932, Uruguay 1932, Küba 1934, Şili 1931 vs)

*

5. Hint asıllı kadınların 1984’te, siyah kadınların ise ancak 1994’te seçme ve seçilme hakkı aldığı Güney Afrika bile, 1930’da sadece beyaz kadınlara oy hakkı tanıdığı için bu listede yer almaktadır.

Bu tarihler dikkate alınırsa Türkiye Cumhuriyeti bu hakları tanımakta sizce geç mi kalmıştır?

*

6.

Türkiye’ye komşu ülkelerden örnek verecek olursak kadınlara seçme ve seçilme hakkı Irak’ta 1980, İran’da 1963, Suriye’de 1953, Bulgaristan’da 1944, Yunanistan’da 1952’de verilmiştir.

Komşuları içinde Türkiye’den önce bu hakkı tanımış olan yalnızca Romanya (1929) ve Sovyetler Birliği vardır. Ama olsun!

Türkiye gibi bir ülkede kadınlara seçme ve seçilme hakkının Fransa’dan (1945) ve İtalya’dan (1945) önce verilmesinin de bir önemi yoktur.

*

7.

Hangi kadın mücadelesi ile Cumhuriyet (ya da onların deyimiyle “tek partili rejim”) bu hakları “vermek zorunda kaldı” ya da “nasıl bir toplumsal zorlama oldu”? Bu haklar verilmeseydi yönetim üzerinde nasıl bir toplumsal baskı olurdu?

Bu tür sorulara hiç girmiyorum bile.

*

İdeolojinin Doğurduğu Körlük

Yukarıda verilen basit maddi hatalar salt “yanlış bilgi” ya da “bilgi eksikliği” ile açıklanamaz. Bu konuda çok sayıda çalışma yapmış profesör unvanlı bir akademisyenin yazdığı bu yazıda, bu maddi hataları üreten net bir ideoloji vardır. Bağlantısı verilen bu yazıdaki her paragrafa sinen ideoloji, 1923 Cumhuriyeti’ne karşı geliştirilmiş olumsuz bakış”tır. Bu olumsuz bakış öylesine keskindir ki maddi gerçekliği zoraki yorumlarla eğip bükmekte bir sakınca görmemektedir.

Dünyanın neresinde olursa olsun kadınlara seçme seçilme hakkının verilmesi tarihsel olarak bir ilerleme olarak kabul edilir. Oysa yazar bu durumu şöyle yorumlamaktadır:


“Dönemin “erkek” siyasetçileri aslında kadınların siyasal hakları için mücadelelerine değil “verilene razı” oluşlarına ve hatta güdümlülüklerine mükâfat vermiştir.

*

Bu tarihsel dönemdeki arka planı, verilen hakkı değersizleştirmek için şöyle yorumlamaktadır:


Öte yandan tek parti yönetiminin dünyada yükselen otoriter rejimlerden farklılığının gösterilmesi için kadınların siyasal haklarının 1930’larda tamamlanması önemli bir siyasal propaganda malzemesi olarak da siyasal iktidarın işine gelmiştir.”


Elbette iktidardakilerin kendince bir hesabı vardır. Bunun olmadığı bir tarihsel olay olabilir mi? Tarihte köleliği kaldıranların, krallığı yıkıp cumhuriyeti kuranların, genel oy hakkını yasalaştıranların bir siyasal hesabı yok muydu? Bütün bu tarihi olaylar durduk yere mi gerçekleştirilmiştir? Tarihte bunları yapan siyasal iktidarlar, “işlerine gelmeyen” şeyler mi yapmıştır?

*

1923 Cumhuriyetine karşı en baştan edinilmiş bu olumsuz tavır, tarihsel her olguyu “altında bir bit yeniği var” ön kabulü ile değerlendirmesine yol açmaktadır. Yazıda, tarihi olguları yorumlarken bilimsel şüphenin ötesine geçen, saplantılı bir karşıtlığa varan tavır bazı yorumlarda çok açık hale gelmektedir:

Bir diğer neden, muhalefeti bastırmak amacıyla radikal bir çözüm olarak kadınların seçme ve seçilme haklarının 1930’larda yasallaştığı düşünülebilir, zira bu üstyapısal değişiklik tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de eşitlikçi kadın hareketinin varlık nedenini ortadan kaldırmıştır.

Özetle: Verdi ama bir sor niye verdi? Elbette bir pislik vardı!

Bu yorumdaki mantığın mahkum etmeyeceği bir tarihsel ilerici hareket bulunabilir mi?

Bu mantığa göre şunları söyleyebilirsiniz:

“İşçilere istedikleri bütün haklar verildi çünkü işçi hareketini bastırmak istiyorlardı.”

“Halkın bütün taleplerini kabul ettiler böylece halkı etkisizleştirdiler.”

“Köle hareketinin varlık nedenini ortadan kaldırmak için kölelere bütün hakları verildi.”

Bu mantık artık yorumun, saplantıya dönüştüğü yerdir.

*

Kendi Ezberini Dayatmak İçin Ezber Bozmak

Cumhuriyeti birçok yönden eleştirebilir ve birçok kısıtlılığını ya da yanlışlığını yazabilirsiniz. “Cumhuriyetin olumsuzlukları” diye binlerce sayfa yazabilirsiniz, yazılmıştır da.

Türkiye’de sosyal bilimler alanında “resmi tarih eleştirisi” diye “başka resmi tarihler”i dayatmak, “ezberleri bozuyoruz” diye kendi ezberlerini dayatmak çok sıradan bir durumdur. “Resmi tarih eleştirisi” diye öyle klişeler öne sürülmüştür ki bu klişeler yalan içeriği bakımından resmi tarih denen şeyin çok ötesinde geçti. “Akraba evliliklerini yasakladı” diye bile Cumhuriyeti kötü ilan eden (6), Cumhuriyetin aşılama seferberliklerini “biyopolitika” kavramıyla aşağılayan “sosyoloji yorumları”, sosyal bilimler alanındaki akademik ortamda oldukça sık rastlanan yorumlardır.


Bir dönem, sosyal bilimlerde Cumhuriyeti olumsuzlamak ya da aşağılamak, yazılan makalelerin kabulü için adeta yazılı olmayan bir ölçüt haline gelmişti. Bu Cumhuriyet karşıtlığı, sosyal bilimler alanında çalışan çok sayıda akademisyenin en radikal siyasal İslamcılığı bile desteklemelerine neden oldu. Hala bu düşüncede ana akıma hakim olan damar bunlardır.

Bu yazı özelinde şu genelleştirmeyi yapmak aşırı bir yorum değildir:

Türk düşünce dünyasına hakim olan iklimde 1923 Cumhuriyeti bir anomalidir, her yaptığı kötüdür, eğer iyi bir şey yapmışsa mutlaka altında kötü bir şey vardır.

*

1923 Cumhuriyeti (eleştiri hakkımı saklı tutarak) hiçbir şey yapmadıysa kadın hakları konusunda birçok ülkenin çok ilerisinde bir konumdaydı. 1930 ve 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildiğinde Fransa’da ve İtalya’da bu haklar yoktu. Bu inkar edilemeyecek bir olgudur.

Ama gelin görün ki o işte de bir pislik varmış!

Türkiye’de bir dönem feminist hareketin ana akımına hakim olan damarın yayın organlarında Cumhuriyet lehine bir satır bulmak "trigonometri bilen bir galapagos iguanası bulmak"tan daha zordur. 1926'da kadın-erkek eşitliğini getiren Medeni Kanun bile “sadece erkekleri özgürleştirdi” diye olumsuz ilan edilmiştir.

Bu konunun ayrıntıları Edebiyatla Ahmaklatırma Felsefeyle Çökertme serisinin önceki ciltlerinde ele alınmıştır.

*

Bütün bu makaleleri yazanlar ya da bu yorumları yapanlar

”1937’de Dersim’de dedesi öldürülen bir Alevi“ değil,

“annesinin dili yasaklanan bir Kürt” değil,

“mallarına el konup sürülen bir Ermeni vatandaşın torunu” değil,

“12 Eylül’de babasına işkence yapılan bir sosyalist” değildi.

İronik olan bu yazıları yazanların, hali vakti yerinde, Cumhuriyetin bütün nimetlerinden dibini sıyırırcasına faydalanmış ve 1926 Medeni Kanununun “kadınlara, istedikleri mesleğe girebilme hakkı” tanıması sayesinde üniversite hocası olabilmiş kadınlar olmasıydı.


Kaynaklar


440 görüntüleme2 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page