top of page

AŞIRI "İNSANLAŞMA": İNSAN TÜRÜNÜN "RACHEL CORRİE HÂLİ"

Bir şeyi söylemenin en etkili yolu o işi yapmaktır.”

J. Marti


Bir insanda olabilecek en yüce erdem nedir? Cömertlik? Sabır? Fedakârlık? Empati? Tevazu? Kararlılık? Cesaret? Bu erdemlerin birçoğu birbiriyle yakın akrabadır ve hepsi de saygı duyulacak erdemlerdir. Fedakârlık ve cesaret iç içe geçmiştir; bedel ödeme bunların doğal sonucudur. Bir fikri savunan ve bu fikir uğruna fedakârlık edip bedel ödeyen bir insan, başkalarında saygı uyandırır. Söyledikleri yanlış olsa bile o yanlış uğruna ödediği bedel saygındır. Tersi bir durumda en doğru şeyi savunsa dahi, bunun için fedakârlıkta bulunmayan, hiçbir bedel ödemeyen insanda itici bir şeyler vardır.

*

Bedelsiz söz, maliyetli yaşam

Doğruları söylemek elbette önemlidir ama en önemlisi bu değildir. Ödenmemiş ya da başkalarına ödetilmiş bedeller bu doğruları değersizleştirir, anlamsızlaştırır, içini boşaltır. “Açgözlü olma.”

“Yalan söyleme.”

“Başkalarına yardım et.”

Hammurabi kanunlarında ya da insanlık tarihindeki en eski kabilelerin kültürlerinde bile bu ve benzeri ahlâki öğretileri görürüz. Yani bunları dile getirmenin özgün bir yanı yoktur. Bunları söylemek, bir insanı saygı duyulması gereken bir ahlâk teorisyeni yapmaz. Bunları söylemenin aslında fazla da bir maliyeti yoktur. Ancak bunları yaşamanın bazen çok ciddi boyutlara ulaşan bir maliyeti vardır: Yalan söylememek, hırsızlık yapmamak, kendini başkalarının yerine koyabilmek, yardımlaşmak vs. Bunlar bir insanın yaşamında ciddi kısıtlamalar gerektiren davranışlardır. İşte esas saygı duyulması gereken de budur.

*

Bilgisayar başında erdem!

Bilgisayar başında “başkalarının acılarını paylaşmalıyız” diye facebook gönderileri “share” edenler, “like” edenler saygı uyandırmaz ama hiçbir maddi karşılığı olmadan İngiltere’den çıkıp cumhuriyetçilere yardım etmek için İspanya İç Savaşı’na giden ve 30 yaşında ölen yazar Christopher Caudwell saygı uyandırır.

Şu an okuduğunuz yazıyı benimseyerek okuyor olsanız dahi beğeninizde büyük boşluklar vardır.

Bu yazıyı yazmak, bir oda, bir bilgisayar, insani bir oda sıcaklığı, yeterli bir tokluk, kısacası asgari bir konfor gerektirir. Bu yazı masa başında bilgisayarla yazılmıştır ve yaşamla sınandığına dair elinizde hiçbir kanıt yoktur. Erdemler, ancak yaşamla buluştuğunda hak ettiği saygıyı görür. Kalem-klavye başındayken söz edilen erdemlerin hangisinin sahte hangisinin gerçek olduğu, ancak yaşamla sınandığında ortaya çıkar.

*

Başkasının acısı nasıl hissedilir?

“Başkalarının acısını hissetmeliyiz,” cümlesi tvittırda, feysbukta, üniversite kantininde, bar koltuğunda ya da bu yazıda suya tirit bir klişedir. Ancak Amerika’dan Filistin’e gelip Filistinli bir ailenin evi yıkılmasın diye mücadele ederken İsrail dozerinin altında kalan Rachel Corrie’nin yaşamında bu cümle, erdemin saf hâli olarak yüreğe oturur. Başkasının acısı işte böyle hissedilir; Rachel Corrie’nin dünyaya, tarihe ve bizlere yaşamıyla söylediği budur. Söylediklerinden muhtemelen kendisi bile habersizdi! Rachel Corrie ve onun gibiler, bizim gibi sıradan ve çoğunlukla da günübirlik yaşayan insanlara eşikler üretir; yaşamlarını, kanlarını vererek… Onlar, vazgeçtikleriyle insan türünün ileri uzantılarıdır; “insanlaşma ansiklopedisi”nde “erdem” sözcüğünün anlamını zenginleştirirler.

*

İnsan türünün “Rachel Corrie hâli”

Rachel Corrie gibiler, biz sıradan insanları gülünçleştirir, karikatür hâline getirir. Yaşamıyla “fedakârlık” ve “vicdan” sözcüklerini nasıl da derinleştirmiş, sözcükleri asıldığı yerden indirip hayatla nasıl da birleştirmiştir.

J. Marti “Bir şeyi söylemenin en etkili yolu o işi yapmaktır,” demişti. Rachel Corrie ne demiş olursa olsun bundan daha iyi söyleyemezdi.

*

Rachel Corrie (16 Mart 2003)

İnsanlaşmanın “doz aşımı”

İnsan türünün bir “Rachel Corrie hâli” vardır; insanın bu türü, bir ahlâki konumu, insanlaşma sürecinde bir eşiği temsil etmektedir. Rachel Corrie, insanın bir çeşit “aşırı hâli”, insanın “aşırı insanlaşması”dır. Kendi insanlığını yüklenmemiş olanların da insanlığını sırtlamış, içinde başkaları için de insanlık taşımaktadır. Sonunda yaşamını yitirdiği için onu “yanlış” zamanda, “yanlış doz”da fazlaca “insanlaşmış” bulanlar çıkacaktır. Ama tam da böyle “aşırı”ya gitmiş muhterem ölüler yüzünden sürmüyor mu insan türünün varlığı? Sokrates’ten Bruno’ya, Spartaküs’ten Müntzer’e… Hepsi de “aşırı” insanlardı, “fazlaca” insanlaşmışlardı. Her muhterem ölü, insanlığın belleğinde hak ettiği yeri er geç alır. Rachel Corrie öleli 20 yıl oldu. Onun 24 yaşında genç bir kadın olarak vazgeçtikleriyle, bu yazının sözden yapılmış olmasından kaynaklanan hafifliği ve yaşamla sınanmamış uçuculuğu arasında korkunç bir zıtlık var. O on dört yıldır ölü, bu yazının yazarı ise hâlâ yaşıyor; kafatası kırılmamış, bir buldozerin altında kalmamış ve bu yazıyı yazabiliyor. Bu yazıyı yazarken duyduğu utanç, R. Corrie’nin sadece “insanlaşma” etkisini değil aynı zamanda “insanlaştırma gücü”nü gösteriyor. “Büyük ölü”lerin büyüklüğü böyledir işte; insanlaşırken insanlaştırırlar da.

Büyük bir olasılıkla hepimizin içinde bir yerlerde bir “Rachel Corrie hâli” var; bazılarımızda hemen elimizin altında, bazılarımızda ise çok derinlerde gömülü ve fazla kullanılmamış olarak... İnsanlaşmak için bu yönümüzü bulunduğu yerden çekip çıkarmak, büyütmek, buna tutunmak, bu hâlimizin altını çizmek gerekiyor.

(Var Olma Notları 2. baskı)


Taylan Kara

214 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page