Kısa Başlıklar
1937 Dersim konusu, Cumhuriyet hakkında bir düello arenasıdır.
Yaygın olan eğilime bakıldığında görüldüğü gibi Dersim’de ne olduğuna dair görüşünüz, orada ne olduğuyla değil tamamen Cumhuriyete olan yaklaşımınızla ilgilidir.
*
Birbirine zıtmış gibi görünen bu iki görüşün tek bir çıkış noktası vardır ve aynı kabul üzerinde temellenir.
Bu iki görüşün ortak kabulü şudur:
“Bir olay devrim ise sterildir asla hata yapmaz. Bir olay devrimse her yaptığı ahlâki ve pozitiftir. Bir tarihi süreçte kötü bir olay varsa bu olay asla devrim olamaz.
Buradaki temel ve ortak hata, tarihi bir olaya “yanlış fiille yaklaşmaları”dır.
*
Tarihselliğinden kopararak bakılırsa Fransız Devrimi, Vendee katliamından ya da giyotin manyaklığından, bir yöneticinin (kralın) “hukuksuz” , “kanuna aykırı” bir şekilde darbeyle devrilip idam edilmesinden ibarettir.
Devrim düşüncesi ve toplumsal ilerleme çıkarılırsa tarihteki bütün devrimler birer katliam tarihinden ibarettir.
*
1789 Fransız Devrimcileri ve Aydınlanmacılar, kadın haklarını reddediyordu.
1776 Amerikan Devrimcilerinin köleleri vardı.
Burjuva devrimcileri hukuki eşitliği savunurken fırsat eşitliğini dikkate almıyordu.
Spartaküs ve T. Müntzer proleterya diktatörlüğünü savunmadı ama tarihi konumlarının uzantısı bunu mümkün kıldı.
Fransız Devrimcileri ve Aydınlanmacılar kadın haklarını reddediyordu ama fikirleri ve dönüştürdükleri düzen kadın haklarına giden yolu kısalttı.
Amerikan Devrimini yapanların köleleri vardı ama Amerikan Devrimi’nin getirileri köleliğin kaldırılmasını sağladı.
Burjuva devrimcileri fırsat eşitliğini dikkate almadı ancak eşitlik düşüncesinin en basit düzeyde ifadesi bile hukuki eşitliğin sosyal ve toplumsal boyutta genişlemesine giden yolu açtı.
Öncülleri, öncülü olduklarına benzememekle suçlamak, tarihin işleyişini dikkate almamaktır.
Öncüllerin değeri, olduklarıyla değil olabilecekleriyle ölçülmelidir.
*
Bir devrimi savunmak, o devrimin her yaptığını onaylamak demek değildir.
**
“1937-1938’de Dersim’de ne oldu?” sorusuna yaygın olarak verilen iki temel yanıt vardır:
1. 1937-1938’de Dersim’de bir katliam yapılmıştır.
2. 1937-1938’de Dersim’de bir isyan bastırılmıştır; siviller öldürülmemiştir ve olanlar hukuk çerçevesindedir.
Birinci görüşte olanlar, Dersim’de sivillerin kadın, çoluk çocuk denmeden nasıl acımasızca öldürüldüğünü, sağ kalabilenlerin nasıl göç ettirildiğini anlatır.
İkinci görüşte olanlar Seyit Rıza’nın isyan ettiğini, karakol basıp askerleri öldürdüğünü ve İngilizlerin adamı olduğunu anlatır.
Her iki görüşü savunanlar da tarihten kendi tezlerine uygun malzemeler çıkarmakta zorluk çekmez; sivil tanıklıklar, belgeler, yazışmalar, raporlar vs.
Hangisine inanmak isterseniz iddianıza uygun malzeme bulabilirsiniz.
Bu yazının konusu, bu belgelerin hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğu ya da orada gerçekten ne olduğu gibi konular olmayacaktır. Yazıda bu iki görüşün işlevi, toplumdaki pratik yansımaları ve etki gücü ele alınacaktır.
*
Toplumda ya da tek tek bireylerde bu görüşlerin yansımaları şöyledir:
Birinci görüş doğruysa yani Dersim’de olanlar bir katliamsa bu durum Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Kemalizm’in bir kötülüğüdür ve Cumhuriyeti mahkûm etmektedir.
İkinci görüş doğruysa yani Dersim‘de olanlar sadece bir isyan bastırma hâli ise bu durum Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Kemalizm’i olumlamaktadır.
Demek ki bu iki görüş sadece tarihi bir olayın ortaya konması ya da bir “gerçeklik arayışı” değildir. Bu iki görüşü savunanların çoğu için esasen “tarihte gerçekten ne olduğu”nun hiçbir önemi yoktur.
Zaten bu konudaki yaklaşımlar çoğu kez en baştan bellidir. Yaygın yaklaşım şudur:
Eğer Cumhuriyet taraftarı iseniz ikinci görüşü savunmak, Dersim’in bir katliam değil “isyan bastırma” olduğunu kabul etmelisiniz.
Eğer Cumhuriyet karşıtıysanız birinci görüşü savunmak ve Dersim’in bir katliam olduğunu savunmalısınız.
Yaygın görüşe göre, Dersim bir katliam ise varılacak yer Cumhuriyet karşıtlığıdır ya da Cumhuriyeti savunuyorsanız Dersim’de bir katliam olmadığını savunmanız gerekmektedir.
Kısacası 1937 Dersim konusu, Cumhuriyet hakkında bir düello arenasıdır.
Yaygın olan eğilime bakıldığında görüldüğü gibi Dersim’de ne olduğuna dair görüşünüz, orada ne olduğuyla değil tamamen Cumhuriyete olan yaklaşımınızla ilgilidir.
*
Oysa birbirine zıtmış gibi görünen bu iki görüşün tek bir çıkış noktası vardır ve aynı kabul üzerinde temellenir.
Bu iki görüşün ortak kabulü şudur:
“Bir olay devrim ise sterildir asla hata yapmaz. Bir olay devrimse her yaptığı ahlâki ve pozitiftir. Tersinden söylendiğinde bir tarihi süreçte kötü bir olay varsa bu olay asla devrim olamaz.
Yaygın olarak Cumhuriyet savunucuları birinci tutumu, Cumhuriyet karşıtları ise ikinci tutumu alırlar; bu iki tutum da esasen aynı şeyi söylemektedir.
*
Bu nedenle Cumhuriyet karşıtları ya da liberaller Cumhuriyetin bu türden “zayıf noktaları”nı karıştırmayı pek sever. Türkiye’deki bir liberal çok iyi bilir ki, Dersim’in bir katliam olduğunu kanıtlarsa karşısındaki kişiyi, Cumhuriyet karşıtlığına ikna etmiş olacaktır. Bu yaklaşım özellikle Kürtler ve Aleviler üzerinde çok etkilidir.
Cumhuriyet karşıtları entelektüel alanda daha organize ve daha örgütlü oldukları için bu tür tartışmalarda genelde üstünlük kurarlar.
Cumhuriyeti savunanların buna karşı geliştirdikleri yaygın tavır, tarihi olguları inkâr etmektir. Bu tutum zaman zaman genelkurmay başkanlığı resmi kayıtlarında yazan verileri bile inkâr etmeye götürür.
*
Yanlış fiille yaklaşmak
Buradaki temel ve ortak hata, tarihi bir olaya “yanlış fiille yaklaşmaları”dır.
Kişisel duygularla toplum ölçeğindeki değişiklikleri kavramak olanaksızdır. Çünkü insani duygular ancak birey ölçeğindeki olguları/değişiklikleri kavramak için yeterlidir.
Örneğin tarihsel ölçekte 2. Dünya Savaşı sırasında cephede bir SS subayını öldürmek son derece meşrudur. Ancak Nazi ordusunda savaşan o SS subayının çocuğunun gözünde, babasının öldürülmesi büyük bir trajedidir. Kişisel düzlemdeki bu büyük trajedinin tarihsel ölçekte hiçbir karşılığı yoktur. Tarih boyunca milyonlarca insanın çocuğu, babası ya da yakınları savaşlarda öldürülmüştür.
Tarihe bakacağınız en yanlış göz, babası, dedesi ya da çocuğu savaşta öldürülmüş bir insanın gözüdür. Tarih, babasını 2. Dünya Savaşında cephede yitirmiş bir çocuğun gözüyle değerlendirilemez. Bu bakış, kesinlikle bu insanların acılarını hafife almak ya da yok saymak değildir. Ancak tarihe bir “erdem envanteri” olarak ya da kişisel duyguları teorize ederek bakılamaz. Kişisel hayatınızda bu olanaklı ve gerekli olsa da tarihe bakarken bu öznelliğimizi paranteze almak zorundayız.
*
Tarihin hiçbir kesiti steril değildir. Dünyanın en haklı savaşında bile insani ölçekte birçok pislik bulunur. Yüceltilen her büyük olayda, ayrıntılara baktığımızda bir sürü pis iş yapılmıştır; kahraman ordular köy yakmıştır; faşizme karşı savaşan cesur askerler kadınlara tecavüz etmiştir; vatan için savaşan büyük savaşçılar sivilleri öldürmüştür vs.
İnsanların öznel penceresinden bakılırsa tarihte steril bir tek devrim bulunamaz. En barışçıl tarihsel olay bile bireysel algıyı zorlayan bir şiddet içerir. Sevilecek bir devrim arayanlar bunu hiçbir zaman bulamayacaklardır.
Devrimler sevilmez; devrimlere “sevmek” fiiliyle yaklaşılmaz. Çünkü “sevmek” fiili adil değildir; her zaman birilerini kayırır.
Sevdiğiniz çocuğunuz 50 kişiyi de öldürse onu asla bir katil olarak görmez, sevmeye devam edersiniz. Tarihe “sevmek” fiiliyle ya da bir insana baktığınız gibi bakamazsınız.
Konuyu daha iyi anlatmak, bakışımızdaki duygu oranını olabildiğince azaltabilmek için zamansal ve mekânsal olarak uzak bir yerden örnek verelim.
*
1794’te Vendee’de Ne Oldu?
Vendee bölgesi, Fransa’nın orta-batısında, Atlas Okyanusu'na kıyısı olan bir bölgedir. Vendee’de, Fransız Devrimi sonrası cumhuriyet rejimine karşı çıkarak bir ayaklanma çıkar. Fransa Parlamentosu 1794 tarihinde, Vendee bölgesinde yaşayan halkın “kadın, erkek ve çocuklar” dâhil tümüyle katledilmesi için Lazare Hoche isimli generale tam yetki veren bir yasa çıkarmıştır (1).
Vendee’ye gönderilen ordunun komutanlarından General François Joseph Westermann, Paris’e gönderdiği raporda durumu şöyle özetlemektedir:
“Artık Vendée yok! Çocuklarıyla ve kadınlarıyla kılıcımız altında can verdi. Bana verdiğiniz emir uyarınca, çocukları atlarımızın ayakları altında ezdik. Kadınları, yeni asiler doğurmamaları için katlettik. Geride bir tek tutsak bırakmaksızın hepsini yok ettik. (2)”
Vendée’de öldürülenlerin sayısına ilişkin farklı veriler vardır. Çeşitli kaynaklara göre, ölü sayısı 180 bin ile 600 bin arasında değişmektedir. Toplu öldürmeler için farklı yöntemlere başvurulmuştur. Kimi isyancılar, aileleriyle birlikte dolduruldukları gemilerin Atlantik Okyanusu kıyılarında batırılmasıyla öldürülür, kimileri ise su galerilerinde boğularak ya da kurşuna dizilerek öldürülür. Ayrıca, Vendée halkının önemli bir bölümü, açlık ve salgın hastalıklardan öldürülmek üzere, hapishanelere, depolara tıka basa kapatılır. Kaynaklar, 210 bin sivilin yanı sıra, 100 bini çocuk, 300 bin sivilin de, soğuk, açlık ve salgın hastalıklara terk edilerek öldürüldüğünü ortaya koymaktadır (3).
1794’te Vendee’de olan şey, dört dörtlük bir katliam tanımıdır.
*
Az önce asgari bir insani bakışla bile “korkunç bir vahşet” olarak tanımlanacak bir metin okudunuz. Aralarında kadınların ve çocukların da olduğu 180 bin ile 600 bin insanın vahşice katledildiği bir katliamdan sorumlu olan bir sistemi nasıl savunulabilir?
Bugün 21. yüzyılda Fransız Devrimi’ni savunmak, bu katliamı onaylamak anlamına mı gelmektedir?
Bugün 226 yıl sonra Vendee katliamı nedeniyle Fransız Devrimine veya Cumhuriyetine karşı olan birileri var mıdır?
“Fransız Devrimi kötüdür, keşke olmasaydı”
Dünyada bunu diyebilecek bir sol/sosyalist/cumhuriyetçi/ilerici var mıdır?
Yoktur.
Fransız Devrimi, dünyanın her yerinde ilericilerin savunduğu bir olaydır.
Tarihselliğinden kopararak bakılırsa Fransız Devrimi, Vendee katliamından ya da giyotin manyaklığından, bir yöneticinin (kralın) “hukuksuz” , “kanuna aykırı” bir şekilde darbeyle devrilip idam edilmesinden ibarettir.
Devrim düşüncesi ve toplumsal ilerleme çıkarılırsa tarihteki bütün devrimler birer katliam tarihinden ibarettir.
Tarihinden ve bağlamından söktüğünüzde 1923 Cumhuriyeti sadece Dersim katliamından,
1917 Ekim Devrimi sadece Kronştadt katliamı ile Anastasya adlı kız çocuğunun katledilmesinden ibarettir.
*
“O Nedenle” Değil “Ona Rağmen”
En yaygın yanlışlardan birisi, ilerici tarihi bir olayda asla savunulamayacak eksik/yanlış bir olguyu reddederken, o olayın tamamını reddetmektir.
Kronştadt katliamına bakıp 1917 Ekim Devrimi’ni reddetmek, Dersim katliamına bakıp 1923 Cumhuriyetini reddetmek, bu tavra örnek olarak verilebilir. Çoğunlukla da bu tür yanlış/savunulamaz olaylar, ilerici olayı tümden reddetmek için kullanılır.
Ancak 1917 Ekim Devrimi Kronştadt katliamı nedeniyle önemli değildir; 1917 Ekim Devrimi Kronştadt katliamına rağmen önemlidir.
1789 Fransız Devrimi Vendee katliamı nedeniyle önemli değildir; 1789 Fransız Devrimi Vendee katliamına rağmen önemlidir.
1923 Cumhuriyet Devrimi Dersim katliamı nedeniyle önemli değildir; 1923 Cumhuriyet Devrimi Dersim katliamına rağmen önemlidir.
Tarihi bir olaya “bu olaydan benim çıkarım nedir?” diye bakılamaz. Eğer bir çıkar ölçütü olacaksa insan türünün, insanlık kültürünün ya da toplumun çıkarı dikkate alınmak zorundadır.
Daha da somutlaştıracak olursak, sorulması gereken soru “bu olay tarihte bir ilerleme midir, gerileme midir?“ ya da “bu olay olmasaydı insanlık tarihi daha mı iyi olurdu daha mı kötü olurdu?” olmalıdır.
*
Tarihin Sorduğu Kaba Sorular
Tarih size yalın ve bazen oldukça kaba sorular sorar. 1789’da Fransa’da sorulan soru şudur:
Robespierre mi 16. Louis mi?
Soru budur; bu sorunun sorulduğu tarihte “ekolojik, özgürlükçü anarkofeministik, gergedan haklarını dışlamayan yatay otonom federatif devrim” şıkları yok…
Yaşadığımız tarih diliminde bu soruya üçüncü yol seçeneği bulmak mümkündür. Ancak o dönemde “Ne Robespierre, ne 16. Louis, başka bir Fransız Devrimi mümkün” diyemezsiniz:
Robespierre mi 16. Louis mi?
*
Sanki Bir Memeli, Sanki Bir Sosyalist
Memelilerin ilk ataları bugünkü memelilere hiç benzemiyordu ancak bugünkü memelilere dönüşecek olanağı içinde taşıyordu.
Sosyalizmin tarihteki öncüllerinin görüşleri, yakın zamandaki sosyalistlerinkine hiç benzemiyordu.
Bilimin ilk öncüllerinin fikirleri ile bugünkü bilim anlayışının örtüştüğü pek az şey vardır. Bir şeyin nüvelerini taşımak, o şeyin kendisiyle özdeş değildir. Hiçbir karmaşık durum, fikir ya da düzen, karmaşık hâliyle bir anda oluşmaz; mutlaka daha basit yapıda olan bir öncü durumun uzantısı olarak gelişir. Bir şeyin atası ya da öncüsü ile o şeyin kendisi karşılaştırılırsa örtüşen pek az şey vardır.
Köle ayaklanması lideri Spartaküs ya da köylü isyanı lideri T. Müntzer proleterya diktatörlüğünü savunmuyordu.
1789 Fransız Devrimcileri ve Aydınlanmacılar, kadın haklarını reddediyordu.
1776 Amerikan Devrimcilerinin köleleri vardı.
Burjuva devrimcileri hukuki eşitliği savunurken fırsat eşitliğini dikkate almıyordu.
Spartaküs ve T. Müntzer proleterya diktatörlüğünü savunmadı ama tarihi konumlarının uzantısı bunu mümkün kıldı.
Fransız Devrimcileri ve Aydınlanmacılar kadın haklarını reddediyordu ama fikirleri ve dönüştürdükleri düzen kadın haklarına giden yolu kısalttı.
Amerikan Devrimini yapanların köleleri vardı ama Amerikan Devrimi’nin getirileri köleliğin kaldırılmasını sağladı.
Burjuva devrimcileri fırsat eşitliğini dikkate almadı ancak eşitlik düşüncesinin en basit düzeyde ifadesi bile hukuki eşitliğin sosyal ve toplumsal boyutta genişlemesine giden yolu açtı.
Öncülleri, öncülü olduklarına benzememekle suçlamak, tarihin işleyişini dikkate almamaktır.
Öncüllerin değeri, olduklarıyla değil olabilecekleriyle ölçülmelidir.
*
1923 Cumhuriyeti Dersim Katliamından mı İbarettir?
1923 Cumhuriyeti’ni Dersim Katliamı’yla vurmak, 1917 Ekim Devrimi’ni Kronştadt’la ya da Moskova Mahkemeleri’yle vurmak…
Bu suçlamaların içindeki doğru bileşenleri ve haklı eleştirileri bu devrimleri tamamen reddetmek için kullanmak…
Keşke toplumu tamamen tertemiz hale getiren, hiçbir hata yapmayan, hiç kimseyi öldürmeyen, hiç kimseye hiçbir zarar vermeyen bir devrim olsaydı da hepimiz o devrimi savunsaydık.
Dünyada böyle bir devrim var mıdır?
Eğer ararsanız dünyanın en ilerici olayında dahi milyonlarca hata, ölüm ve haksızlık bulursunuz. Ancak Dersim Katliamı var diye Cumhuriyet’in getirdiği kadın-erkek eşitliği, medeni haklar, laiklik ve modernleşme gibi başlıkları yok sayamazsınız.
1917 Ekim Devrimi’nin 20. yüzyılda ezilenlere sağladığı kazanımları, devrim sırasında yapılan haksızlıkları ve yanlış uygulamaları gösterip yok sayamazsınız.
Fransa Devrimi’nin insanlığa getirdiklerini, Vendee katliamını gösterip lanetleyemezsiniz.
Bir devrimi savunmak, o devrimin her yaptığını onaylamak demek de değildir.
*
1937’de Dünyada neler oluyordu?
1937’de Avrupa ülkelerinin koşullarına kısaca göz atmak gerekir. Almanya’da Naziler iktidardadır ve diğer bütün partiler yasaklanmıştır. Birkaç yıl içinde gaz odaları kurulmuş ve milyonlarca insan fırınlarda yakılmıştır.
İspanya’da iç savaşta cumhuriyet yıkılmış, Franco yönetimi ele geçirmiştir.
İtalya’da yıllardır faşist Mussolini yönetimi iktidardadır.
SSCB’de Moskova mahkemeleri kurulmuş, merkez komite üyeleri de dâhil muhalefet potansiyeli olan sayısız insan ölüme mahkûm edilmektedir.
ABD’de siyahlar, beyazların gittiği kiliselere dahi gidememektedir.
İngiltere’de eşcinsellik yasal olarak suç kabul edilmektedir.
1930’larda Türkiye Cumhuriyeti’nde tek parti yönetimini var diye eleştirenler, 1930’ların Türkiye’sini 1930’lardaki diğer ülkelerle değil 2000’lerdeki koşullarla karşılaştırmaktadır.
1930’larda çok partili yönetim, parlamento ya da burjuva demokrasisi bir norm değil istisnadır. Avrupa’nın büyük bir kısmında “otoriter”, “totaliter” “despotik” (adına ne derseniz deyin) bir düzen hâkimdir. Avrupa’nın bağrında tarihte hiç görülmemiş bir ölüm endüstrisi kurulmuş, insanlar böcekler gibi kitlesel olarak öldürülmektedir.
*
1923 Cumhuriyeti Niçin İlericidir?
Diğer her şey göz ardı edilse dahi 1923 Cumhuriyeti tarihsel olarak aşağıdaki nedenlerden dolayı ilericidir ve savunulmalıdır.
1923 Cumhuriyeti,
-Antifeodaldir.
-Antiteokratiktir.
-Antimonarşiktir.
Tarihteki bu ilerlemeyi görmezsek – ki devrim budur- devrimler salt şiddetten ibaret manyaklıklar gibi görünür.
1923 Cumhuriyeti, bunları uyguladığı oranda ilerici ve devrimci, bunlardan uzaklaştığı oranda gerici ve tutucu olmuştur. Olanakları ve kısıtlılıkları, bu özellikleri yaşama dökme kabiliyetiyle doğrudan ilişkilidir. Bu tarihi dönüşümün olanaklarını mutlaklaştırmak ya da onu kısıtlılıklarından ibaret görmek, tarihi yanlış algılamamıza neden olacaktır.
1923 Cumhuriyeti, bu topraklarda “norm oluşturma” atılımıdır. Bu nedenle 1923 Cumhuriyeti bütün olanakları ve kısıtlılıklarıyla bu topraklarda ileriye doğru atılmış bir adımdır.
EDEBİYATLA AHMAKLAŞTIRMA FELSEFEYLE ÇÖKERTME 3. CİLT

Taylan Kara
Kaynaklar
Comments