top of page

SIRADAN OKUR ve AĞIR KİTAPLAR

Güncelleme tarihi: 14 Tem 2023

Yuvarlanan bir taş düşünebilseydi özgür olduğunu ve kendi isteğiyle yuvarlandığını zannederdi.

B. Spinoza (1)

*Sıradan okur, kitapları “okumaz”, bu kitaplara maruz kalır.


*Sıradan bir okurun neyi düşüneceği, hemen hemen daima hangi kitabı önce okuduğuna, hangisini okumadığına bağlıdır.


*Sıradan bir okur, genellikle “güzel kitap” okumaz; “okuduğu kitabı güzel” bulur.


*21. yüzyılda insanı felç etmenin yolu önüne literatür yığmaktır.




Spinoza’nın bu cümlesinin en çok yakıştığı insan profili sıradan okur kitlesidir. Birileri sıradan okur yerine düşünür; eleştirel akılla düşünmeyen okur, otoritelerin ağzında çiğneyip öğüttüğü yargıları geviş getirir. Sıradan okur düşünülmüşü düşünür ya da çoğu kez ezberler.


*

Bir önceki bölümde Prof. Dr. Yıldız Ecevit’in “Türk Romanında Postmodern Açılımlar” (2) adlı kitabında geçen “H. A. Toptaş Türk Edebiyatında bir Kafka’dır“ cümlesi incelenmişti.

Prof. Dr. Y. Ecevit bu kitabı yazdıktan sonra yüzlerce kişi bu ifadeyi tekrarlamış, bu önermeyi sanki kendileri bulmuş gibi paylaşmıştır.

Aşağıda, çeşitli sosyal medya hesaplarından bazı alıntılar verilmiştir.











Bu yargıların hemen hemen hiçbirinde Y. Ecevit’in kitabına atıf yoktur. Bu okurların büyük bir kısmı, bu düşünceyi kendilerinin bulduğunu sanmaktadır. Y. Ecevit’in bu fikri toplumda yayılmıştır. Bu ifade “wikipedia”ya bile girmiştir (3).


Wikipedia’da Hasan Ali Toptaş başlığı
Wikipedia’da Hasan Ali Toptaş başlığı

*

Y. Ecevit bu cümleyi yazmıştır ve olduğu gibi topluma yayılmıştır.

Spinoza’nın cümlesini tekrar anımsatmak gerekirse:

Yuvarlanan bir taş düşünebilseydi özgür olduğunu ve kendi isteğiyle yuvarlandığını zannederdi.”

Yukarıdaki fotoğraflarda “yuvarlanan taşlar”ın bazı örnekleri görülmektedir.

**

Ağır Kitaplar

Yoğun içerikli ya da anlaması zor kitaplar için “ağır kitap” diye bir deyim kullanılır. Aslında bunlara EZİCİ kitap demek daha doğru olur.

Sıradan bir okur, bu kitaplarla aynı düzlemde değildir. Sıradan okur, bu kitapları “okumaz”, deyim yerindeyse BU KİTAPLARA MARUZ KALIR. Çoğu insan bilgiye karşı edilgendir.

*

Eğer gidilmiş yolların dışına çıkacak kadar düşünsel malzeme ve işleme yetisi yoksa söylenecek her şey daha önce söylenmiş düşüncelerden ibaret olacaktır.

Sıradan bir okurun bu tür kitapları okuduğunda çekimine girmemesine, daha doğrusu ona karşı argüman geliştirmesine olanak yoktur.

Bunun iki nedeni vardır:

Birinci neden yazılı ve basılı kitapların bir “aura”sının olmasıdır; deyim yerindeyse “otoritelerin onayı”ndan geçmiştir. Basılmış ve raflara dizilmiş kitaptaki bir fikirle rekabet edecek olan karşıt bir fikir, kitaptaki fikir karşısında 3-0 geriden başlar. “Ağır kitap” okuyan okur, bir şey anlamamışsa sorunu genellikle kendi yetersizliğine bağlar.

İkinci neden sıradan bir okurun donanımının “ağır kitap” karşısında yetersiz oluşudur. Örneğin Yuval Noah Harari’nin Sapiens kitabı karşısında çoğu okur bir şey söyleyemez, itiraz edemez çünkü bilgi bakımından ortada büyük bir asimetri vardır.

Bu nedenle Sapiens kitabını okuyan hemen hemen her okur, Sapiens’i beğenir çünkü Sapiens kitabının ağırlığı karşısında ağırlık koyamaz; kitaba teslim olur.

Heidegger, Nietzsche, Foucault, Schopenhauer, Derrida, Baudrillard, Russell ya da Marx okuyanlar da bu kitaplardan etkilenir.

Sıradan bir okurun yaşadığı şey maruziyettir. Bu bir şiddettir ve bu şiddet karşısında sıradan okur edilgendir.

Sıradan bir okur hangi filozofu okursa okusun etkilenir. Bu filozoflar zeki insanlardır ve en aykırısının bile söylediği sözlerin bazıları okurları etkiler. Çünkü ortada asimetrik bir durum vardır; tutarlı bir düşünce karşısında o düşünceye direnecek donanıma çoğu insan sahip değildir. Her filozofun söylediği parlak sözler vardır.

Aşağıda Martin Heidegger’e ait iki cümle verilmiştir:

“Düşünme, varlığın özü üzerine, kökünde heyecansal olan ona katılma kararlılığıdır.”

“Düşünme ancak, yüzyıllardan beri yüceltilmiş olan aklın, aslında düşünmenin en inatçı hasmı olduğunu deneyimlemiş olmamızdan sonra başlar. “

*

Bu sözlerin gerçek anlamını kavrayabilmek ya da bu felsefelerin pratikte neye karşılık geldiğini ve neye neden olduğunu anlamak için bu cümlelerin parlaklığını göz ardı etmek, paranteze almak gerekir. Çünkü kamaşmış bir göz göremez.

*

Sıradan ya da yöntemli bakmayan okurun bu yazarlar karşısında tutunma şansı yoktur. Bu tür kitaplar okurlarını şekillendirir. Bu nedenle sıradan bir okurun neyi düşüneceği, hemen hemen daima hangi kitabı önce okuduğuna, hangisini okumadığına bağlıdır.

Sıradan bir okur hangi ağır kitabı okursa onun altında ezilir ve ondan etkilenir.

Okur bir filozofu okur; gayet haklı bulur. Sonra onun olumsuz eleştirisini okur; onu da haklı bulur. Okuduğu her filozofun düşüncesi kişiye çarpıcı gelir. Herkes haklıdır!

Önce Karl Marx okursa Karl Marx’tan,

Önce Karl Popper okursa Karl Popper’dan etkilenir.

Oysa bu düşünürlerin ideolojileri birbirine tamamen zıttır.

Sıradan okur, önce Hegel okursa Hegel’den etkilenir ve tarihselci olur.


Karl Marx

Karl Popper

Önce Nietzsche okursa Nietzsche’den etkilenerek tarihselcilik karşıtı olur. İşin kötüsü önce Hegel okuyup tarihselci olduğunda tarihselci olduğunu bilmez; önce Nietzsche okuyup antitarihselci olduğunda da tarihselcilik karşıtı olduğunu bilmez.

Yöntemli bakmayan bir okurun bilinci, sadece hangi kitabı önce okuduğuna göre şekillenir. Evde Foucault vardır onu okumuştur, üniversitede hocası Nietzsche’nin kitabını ödev vermiştir, o da onu okumuştur. Engels’in “fethedilen fethedeni fetheder” cümlesine benzetilecek olursa yöntemli bakmayan okur için slogan şudur:

Okunan, okuyanı fetheder.

*

Hans Christian Andersen’in “Kral çıplak” adlı meşhur bir masalı vardır. Bir dolandırıcı ülkenin kralına eşsiz bir giysi diktiğini ancak diktiği elbiseyi sadece akıllı insanların görebileceğini söyler. Kral ve kralın çevresindekiler, aptal görünmemek için elbiseyi görüyormuş gibi davranırlar. Sonra halkın içine çıktığında sadece bir çocuk parmağıyla kralı işaret edip kralın çıplak olduğunu söyler.

Bu masalda öne çıkarılan şey hep” kral çıplak” diyen çocuk olmuştur. Esasen bu masalda elbiseyi görmediği halde görüyormuş gibi davranan insanların tutumu çok daha önemlidir.

Bu insanlarla o çocuk arasındaki fark akıl değildir; bu insanlar muhtemelen çocuktan daha akıllıdır. Kral dâhil herkes orada bir giysi olmadığını bilmekte ama sadece çocuk bildiğini söylemektedir. Peki bu birbirine zıt iki davranışı ortaya çıkaran şey nedir?

Yanıt korkudur.

Buradaki korku iki türlüdür: Biri dışsal, diğeri ise içsel korku…

Dışsal korku, kralın gazabıdır. İçsel korku ise aptal gibi görünmektir.

Bu kişiler elbiseyi görmedikleri halde aptal gibi görünmekten korkuyor, çocuğun ise böyle bir korkusu yok.

Sözü edilen içsel korku, aptal gibi görünme korkusu, edebiyat alanında oldukça işlevseldir.

Ortalama okur, bu insanlara benzer; aptal gibi görünmemek için görmediğini görüyormuş gibi yapar. Okur, çok övülen, çok satan bir kitabı okur; bir şey anlamaz.

*

Sıradan bir okur, genellikle “güzel kitap” okumaz; “okuduğu kitabı güzel” bulur. Sıradan bir okur, ne kadar somut kanıtlar gösterirseniz gösterin günlerce okuduğu bir yazarın kötü bir yazar, okumak için saatlerce zaman harcadığı bir kitabın kötü bir kitap olduğunu kabul edemez.

Günlerce okunan bir kitabın değersiz olması, harcanan zamanın boşa harcandığı anlamına gelir. İnsan “boşa harcanan zaman”, “boşa harcanan emek” duygusuna kolay kolay katlanamaz.

Eğer bu kadar zaman harcamışsa onda güzel bir şeyler mutlaka bulmalıdır ve bulur. Harcanan emek/zaman, bu tip okuru, okuduğu kitapları iyi bulmaya zorlamaktadır.

Bu nedenle sıradan bir okur emek harcayıp zaman ayırdığı bir kitap için “bu kitap iyi midir kötü müdür?” diye sormaz. Sıradan okurun sorduğu soru “bu kitapta hangi iyi şeyler var?” sorusudur.

**

Sıradan okur kendine güvensizdir ve bu nedenle bir başka onay makamı tarafından onaylanmak ister. Sıradan bir okurun net bir estetik görüşü yoktur; yürürlükte olan kültür ikliminin ona sunduğu estetik anlayış tarafından şekillenmiştir.

Bir kitap tanınmış bir yayınevinden çıkmışsa sıradan okur için kötü değildir; “bir bildikleri vardır herhalde” diye düşünür.

Bazen de tersinden yorum yapar: “Kitap iyi gibi ama gerçekten iyi olsa büyük bir yayınevinden çıkardı.”

Sıradan okur, kafasında edebiyat kartellerinin sunaklarındaki berbat kitapları taşıyıp bu sunağın putlarına tapar.

*

Peki okur ne işe yarar?

Şu klişeleşmiş ifadeyle söylersek okur bir kurgudur.

Okurun tercihi ya da iradesi çok sınırlıdır. Okur çoğu kez bir imalattır; çoğu okur sadece şekillenir. Okur üretimi, piyasa edebiyatı için en kolay iştir. Sosyal bilimlerin bugünkü gelişme düzeyiyle her türlü okur kolaylıkla imal edilebilir. Çoğu okur, etrafındaki ortama hâkim olan bilgi ve anlayışa boyun eğer.

Okur çoğunlukla üretmez ama başka yerlerde üretilenleri bilincinde taşır. Bu bir “fikir yaratma” değil “fikir taşıma”, “fikir işleme” değil “fikir iletme” eylemidir.

*

İnsanın zamanı ve kapasitesi oldukça kısıtlıdır. Memeli ve sıcakkanlı bir canlı olması nedeniyle insan yaşamının yaklaşık 1/3’ü uykuyla geçer. İktisadi bir varlık olması nedeniyle yaşamının 1/2'si ile 1/3’ü çalışarak geçer.

Haftada iki kitap okuyan biri, hayatı boyunca en fazla 5-10 bin arasında kitap okumuş olacaktır. Milyonlarca kitabı okumadan, okumak bir yana adını bile duymadan ölecektir.

Her gün çıkan yüzlerce kitap, önerilen onlarca kitap, zaten yazılmış olan on binlerce, milyonlarca kitap karşısında okur, bireysel olarak hiçbir şey yapamaz. Bir insanın sadece son bir ayda çıkan kitapları bile okuyup değerlendirmesi mümkün değildir. Önüne yığılan bilgi dağı karşısında bireysel olarak bir okurun kıpırdaması imkânsızdır.

Bilgi hacmi, artık tek tek bireylerin baş edebileceği bir hacmin çok ötesindedir. 2020’de tüm insanlığın ürettiği verinin 44 trilyon GB ( 44 zettabyte) olacağı öngörülmektedir.

Aşağıdaki listede edebiyat- felsefe alanında üniversitelerde yapılmış bazı tez isimleri verilmektedir:

1. Edmund Husserl'in kartezyen meditasyonlar isimli eserinde başka ben'in tesis edilmesi

2. Etkileşim sorunu ve kartezyen paradigma zemininde töz düalizminin bir eleştirisi

3. Mctaggart'ın zamanın gerçekdışılığı argümanının zaman felsefesi bağlamında değerlendirilmesi

4. Heidegger'de fark kavramından hareketle onto-teo-loji eleştirisi

5. Hermann Von Steinmayer felsefesinde özdeş ikilemlik sorununa Descartesçi bir bakış

6. Orhan Pamuk'un Cevdet bey ve oğulları, Sessiz Ev ve Yeni Hayat adlı romanlarında demiryolu/tren imgesi

Bu tez başlıklarına bakıldığında kapsamının oldukça ayrıntılı olduğu anlaşılacaktır.

5 numaralı başlıkta geçen Hermann Von Steinmayer… Böyle bir filozof yoktur, uydurulmuştur. Ancak bu konuya hâkim olmayan okurlar fark etmeden diğer başlıkların arasında rahatlıkla yerini alabilir.

*

Bu veri hacmi ve ayrıntı karşısında insan ne yapar?

Bireysel akıl, bu bilgi hacmi karşısında kurumlara teslim olur. Birey, sadece güvendiği kurumları seçer; kurumlar bilgiyi işleyip öğütüp bireye sunar. Oysa kurumlar kolayca yönlendirilebilir, işgal edilebilir, edilmektedir, edilmiştir.

*

21. yüzyılda insanı felç etmenin yolu önüne literatür yığmaktır. Gerçekten de en özgül bir konuda dahi bir seviyeye ulaşmak ya da uzmanlaşmak için on binlerce sayfa kitap ya da makale okumak gerekir.

Bunu da ancak bu işle profesyonel olarak uğraşanlar yapabilir.

Bunun anlamı şudur: Her konuda yetki uzmanlara/kurumlara verilmiştir.

Ayrıntılar, bütünü anlamayı sağlıyorsa değerlidir; ayrıntılar bütünü görmeyi engelliyorsa bunlarla haşır neşir olmanın yararı yoktur.

*

Bir okur, okuyacağı kitapları nasıl seçer? Çoğu okur, kitap seçimi yaparken araya güvendiği aracı kurumları sokar.

Sıradan bir okur, okuyacağı kitapları seçerken kitap eklerine, gazetelerin kültür sanat sayfalarına, edebiyat dergilerine, eleştirmenlerin önerilerine, ödül alan kitaplara, kitapçıda vitrine konan kitaplara bakar. Genellikle süreç şöyle işler: Bir otorite bir şey söyler, okur da bunu onaylar, tekrar eder ve taşır.

Bu otorite, bir eleştirmendir, bir köşe yazarıdır, bir televizyon programcısıdır, bir ödül jürisinin onayıdır, bir kitap ekinde çıkmış yazıdır, gazetelerin kültür sanat sayfalarıdır, panolardaki reklamdır ya da kitapçıya girdiğinizde gözünüze sokulan kitap yığınlarıdır.

Ve bunların çok büyük bir çoğunluğu aynı şeyleri söyler. Adlarının birbirinden farklı olması sizleri yanıltmasın.

*

Hiçbir zaman okurun gözü önüne, çıkmış bütün kitaplar serilmez; sıradan okur da çıkmış kitapların arasından inceleyerek tercihler yapmaz.

Okur bazı kitapları hiçbir zaman görmez, bazı kitapları ise 50 kez görür. Bazı kitaplar yok sayılır; bazıları ise panolarda, kitap eklerinde, televizyonlarda, kitapçılarda ve hatta bankamatiklerde okurun gözüne sokulur.

Umberto Eco’nun şu cümlesini hiç unutmamak gerekir:

“Kültür ve sanatta bize “en iyi” diye sunulanlar esasında sadece menüdeki tercihlerle sınırlıdır.” **

Kendi aklını oluşturmak

19. yüzyılda aydınlanmanın sloganı Kant’ın “kendi aklını kullanma cesareti göster” idi.

Bugün bu öneri, sıradan okur nezdinde gerçekleştirilebilir bir öneri değildir.

Çünkü “kendi aklını kullanma cesareti göstermesi” için önce “kendi aklını” oluşturması gerekir. Bu veri hacmi karşısında bu mümkün değildir.

Kişi, yöntemli bakmadığı sürece bu devasa bilgi yığını karşısında direnecek donanımı ve beceriyi edinemez.

*

Kitap ekleri ve gazetelerin kültür sanat sayfalarında önerilen kitaplar neredeyse birbirinin aynıdır. Deney yapmak amacıyla bunlar, kapaklarını değiştirerek piyasaya çıkarılsa çoğu okur bunu fark etmez.

A kitap eki diye B kitap eki verilse bu durum fark edilmeyecektir. Çünkü içerik çoğu kez birbirinden farklı değildir.


*

Okur anlamasa bile keramet bulur. Bir yazarı, bir edebiyat profesörü veya bütün kitap ekleri övüyorsa, kitapçıya gittiğinde kitapları başköşede duruyorsa, yazarın önünde 50 metre imza kuyruğu varsa sıradan bir okur tabii ki şöyle düşünür:

Her halde iyi yazıyor ki böyle”.

“Bu kadar kişi bir şey söylüyorsa bir keramet vardır”.

Okur, bu yazarın kitabını okuyup anlamazsa bunu kendi aptallığına ya da edebiyat bilmezliğine bağlayacaktır.

*

Okunanlar karşısında edilgen kalmamak ve okunanlar tarafından fethedilmemek için çok basit ve pratik dört öneri uygulanmalıdır:

1-Kitap hipnozundan, kitabın kitap olmasından dolayı edindiği o auradan kurtulmak.

2-“Bu felsefenin ya da metnin önerisi ve mantıksal sonuçları nedir?” sorusunu sormak.

3-İkinci el araba alırken gösterilen şüpheciliği, beyninize bir kitabı ya da düşünceyi alırken de göstermek.

4- Aptal gibi görünmekten çekinmeden “bunun anlamı nedir?” ya da “bu metin ne diyor?” sorusunu her metin, her düşünce için sormak.

Taylan Kara

EDEBİYATLA AHMAKLAŞTIRMA FELSEFEYLE ÇÖKERTME 2. CİLT

Kaynaklar

1. Gilles Deleuze, Spinoza üzerine On Bir Ders, Öteki Yayınevi, 2000, Sf 134

2. Yıldız Ecevit, Türk Romanında Postmodern Açılımlar, İletişim Yayınevi, S 169

1.804 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


bottom of page