Bu yazı, 2014 Orhan Kemal Roman Armağanı’nın ilan edilmesinden hemen sonra yazılmıştır.
Bu satırları buz gibi odamda yazıyorum. Ne odun ne kömür alacak param var.
Orhan Kemal (11 Mart 1964)
Orhan Kemal Roman Ödülü nasıl verilmemelidir?
(Orhan Kemal’in anısına saygıyla)
Sözcükleri çok ciddiye alıyorum. Bunu bize en çok edebiyat öğretti. Edebiyat dünyayı ve insanı sözcüklerle değiştirme sanatıdır. Bu nedenle, sözcükler üzerine yapılan tartışmalar, asla boş tartışmalar değildir.
Orhan Kemal Roman Ödülü, 2014 yılında Hamdi Koç’un Çıplak ve Yalnız kitabına verildi. Seçiciler Kurulu, bu romanı,
"tarımsal üretim atmosferindeki insan gerçekliğinin dönüştürülebileceğini, daha iyi bir dünya için yaşanan acılardan kurtulmanın mümkün olduğunu, Orhan Kemal'in dünya görüşüne yakın bir anlatımla bir dizi bilinmezle irdeleyen ve tarihe yaptığı göndermelerle evrensel vicdanı da hatırlatan yaklaşımıyla" ödüle değer gördü.
Acaba ben yanlış bir kitabı mı okudum, yoksa bu gerekçe başka bir kitap için mi ifade edildi gerçekten emin değilim. Ama neredeyse emin olduğum bir şey var.
-Ya ödülü veren seçici kurul bu kitabı okumamış.
-Ya da eğer okudularsa bu gerekçeyi başka birileri yazmış.
Geriye kalan tek seçenek olan “seçici kurul bu kitabı okuyup bu ödülü bu gerekçeyle vermiş” seçeneğine ihtimal vermek istemiyorum, çünkü bu durumda zorunlu olarak “saygıdeğer kurul üyeleri bu kitabı anlamamış” gibi bir yargıya varmak gerekiyor. Bu yargıya varmak haddim değil.
Bu nedenle mantık yürütmemi burada kesiyor ve neden böyle düşündüğümü anlatmaya geçiyorum.
Gerekçenin ilk bölümü: “tarımsal üretim atmosferindeki insan gerçekliğinin dönüştürülebileceğini”… Romandaki atmosferin, “tarımsal üretim” ile uzaktan yakından bir ilgisi yok. Romanda bir “üretim atmosferi”nden söz edilecekse bu asla “tarımsal” değil. Romanın ana kahramanı (Mesut) bir memur, roman boyunca işiyle ilgili kayda değer bir olay olmuyor. Romanın ikinci kişisi bir koruma-şoför, romanda en çok söz edilen üçüncü önemli kişi ise amca; geniş arazileri olan bir tefeci. Romanda en geniş anlamıyla yorumladığımızda bile “üretim atmosferi” namına hiçbir şey “tarımsal” değil. Ara sıra cümle arasında geçen “köylü fındığı satınca” gibi ifadeler dışında “tarımsal” hiçbir şey yok. Hadi daha da zorlayalım, “tarımsal üretim atmosferi” diye üretim mekanı ya da köy kast edildi diyelim; roman, kitabın başındaki yolculuk kısmı dışında baştan sona Ünye’de geçiyor. Arada sırada “köylü şöyle yapar, köylü böyle yapar” gibi ifadeler dışında köyle ilgili bir şey de yok. Sorun bende ise bunu memnuniyetle kabul etmeye hazırım ancak bu romanda “tarımsal üretim atmosferi” ile doğrudan ya da dolaylı hiçbir şey yok.
“tarihe yaptığı göndermelerle evrensel vicdanı da hatırlatan yaklaşımıyla”
Gerekçenin son kısmı bu şekilde ifade edilmiş. Bitişi 2012 olsa da romanın son birkaç sayfası hariç tamamına yakını 27 mayıs 1960 sonrasında geçiyor. Romanda tarihe yapılan iki gönderme var: birincisi Adnan Menderes’lerin mahkeme süreci, ikincisi ise Mesut’un anne tarafından ailesinin uğradığı katliam. Yazar doğrudan belirtmese de dolaylı olarak bu katliamın 1915’te bir Ermenilere yönelik olduğunu anlıyoruz.
27 mayıs “gönderme”si sadece Mesut’un karısı ile yaptığı telefon görüşmelerinin bir konusu olarak ve de iki siyasetçi ile konuşmalarında geçiyor. Diyalog konusu olması dışında hiçbir şekilde işlenmemiş. İkinci gönderme roman açısından çok daha önemli. Ancak bu trajik olay bile fazla derin işlenmeden kalmış. Bu tarihi olay ele alınırken en derinleştirilmiş karakter olarak Hikmet karakterini görüyoruz. Bu motifin işlenişinde romanın sahicilik duygusuna en çok yaklaştığı yer burası. Ancak yazar, romanın doğal örgüsü içinde çok kolay çözülebilecek sorunları, doğaüstünü olaya katarak çözmüş. Hepsini birlikte değerlendirdiğimizde, bu katliamın ele alınışında edebi açıdan olumlu anlamda bir olağanüstülük yok. Toplu mezarın açılması gibi trajik bir sahne bile çok daha dramatik yazılabilirdi. Olayın kendi dramatikliğini düz yoldan dile getiriş dışında anlatımda bir özgünlük, ele alınış tarzında bir farklılık yok.
“Orhan Kemal'in dünya görüşüne yakın bir anlatımla bir dizi bilinmezle irdeleyen” “bir dizi bilinmezle irdeleyen” ifadesi gerçekten doğru. Kastedilen sanırım romandaki ruhlar, ölü amcadan haber getiren arabacı, mezardan çıkan ölü vs. Bir romanda doğaüstü olaylar romanın kurgusu buna uygun olduğu takdirde elbette olabilir. Doğaüstü unsurlar tıpkı diğer unsurlar gibi roman gerçekliğinin altını çizdiği, gerçekliği güçlendirdiği ölçüde kullanılabilir. Bu roman, bir nedensellik örüntüsü içinde ilerlerken Mesut’un Ankara’ya gitme isteğini akışa aykırı bir şekilde doğaüstü bir güç (arabacı-amca) engeller (sf 115). Sayfa 377’de amcası arabacıyla mesaj göndererek “müsademeye gireceğini”, “şehirde değil köyde kalmasını” söyler; Hikmet’in semaverini ve halısını eve getirir. Ölü amcanın Huriye’nin evinden duyulan çığlıkları, amcanın mezardan kalkarak Huriye’nin elini yakması, amcanın parmağı vs. Bunlar bu romanın kurgusu içinde kolaylıkla çözülebilecek sorunlara gereksiz ve anlamsız “dış” müdahaleler olarak kurguya zarar vermiş. Romanın kendi içinde bir çok olanak varken bu kısa ve kötü yolun seçilmesi romanın niteliğini ciddi ölçüde düşürmüş. Doğaüstü müdahaleler, bu romanda zorunluluk değil aksine keyfidir, romanda yapay kaldığı ve bu romanın kendi kurgusuna aykırı olduğu için romanı zayıflatmaktadır. Bu romandaki doğaüstü olaylar, Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık kitabından çok Samanyolu TV’deki 5. Boyut programını andırıyor.
“Orhan Kemal'in dünya görüşüne yakın bir anlatımla bir dizi bilinmezle irdeleyen”
Bu fazlasıyla yanlış cümlenin “en yanlış” yeri burası… Cümlenin bu kısmı artık gerçekliğin inkarıdır. Bir masaya zürafa deseydiniz, gerçeği bu kadar inkar etmiş olmazdınız. Bu kitapta Orhan Kemal’in dünya görüşü var ise bize yıllarca Orhan Kemal diye yanlış kitaplar okutmuş olduklarını söyleyebilirim. Bereketli Topraklar Üzerinde, Eskici ve Oğulları, Hanımın Çiftliği… Eğer bu kitapları Orhan Kemal yazdıysa bu ifadeye palavra sözcüğü bile az gelir. Neresine dokunsanız elinizde kalacak bir ifade. Orhan Kemal’in dünya görüşü ile uzaktan yakından, köşesinden kenarından hiçbir ilgisi yok. Bunu yazarın da çok iyi bildiğini tahmin ediyorum. Çünkü bunu hiç saklamıyor ve söyleşilerinde söyledikleri ortada. Bir söyleşisinde şunları söylüyor:
“... Toplumcu gerçekçilik dedikleri bir şey vardı ve o yıllarda yaşamasına izin verilen tek gerçekçilikti. Ne işler ya! Nelerle uğraştık’ Lukacs diye bir Macar köylüsünü getirip burnumuzun dibine dayadılar, estet diye”
Üç satırda taşan kibir, Lukacs’ın aşağılanması ve diğer sorunları bir kenara bırakalım. Elbette bir yazar toplumcu gerçekçiliği eleştirebilir, Lukacs’ın değersiz olduğunu söyleyebilir, hakkıdır.
Buradaki sorun, bu yazarın gidip bir süre sonra, her fırsatta aşağıladığı “toplumcu gerçekçiliği”n abidesi Orhan Kemal adına verilen ödülü alabilmesidir. O “Macar köylüsü”nü “estet” kabul eden bir yazarın adına verilen bir ödülü almıştır Hamdi Koç.
Hamdi Koç söyleşilerinde, Lukacs'ı, toplumcu gerçekçiliği ve onların temsil ettiği edebiyat anlayışını defalarca küçümseyen, defalarca aşağılayan ve zaman zaman küfreden bir yazardır.
Yazdıkları ve söyledikleri ortadadır. Bir insan daha ne diyebilir?
Orhan Kemal ile Hamdi Koç'un birbirleriyle bir ilgisi var ise bu ilgi BİRBİRLERİNİN KARŞITI OLUŞLARIdır ancak.
Sanat anlayışları bakımından Hamdi Koç ne ise, Orhan Kemal o değil; Orhan Kemal ne ise, Hamdi Koç o değildir.
Bu kitap yazılmış elbette en kötü kitap değildir. İyimser bakacak olursak yukarıdaki eleştirilerim haricinde romanın oturmuş karakterleri ve belli bir kurgusu var. Ufak tefek yanlışlar (“özlemle yad etti” gibi) hariç ciddi bir dil yanlışı (“aynen öyle”, “ya”’lı cümleleri görmezden gelelim) yok, belli bir biçimle yazılmış. Ufak kronoloji hatalarını (3 düşük yapan bir kadın, 3 yıl sonra hamile kalarak Mesut’u doğuruyor, Mesut 22 yaşında; bütün bunlar 25 yıllık bir evlilikte oluyor!) da görmezden gelelim. Ufak mantık hataları (AB negatif kan grubu olan bir hastaya annesinin kan vermesi) da gözardı edilebilir. İçinde nadir de olsa altı çizilecek bazı cümleler de var.
Bu kitap Orhan Kemal ödülü almasaydı, ödülü “bu gerekçe” ile almasaydı, bu yazıyı yazmaya gerek duymazdım. Ancak bu kitap Orhan Kemal Roman Ödülü alacak en son kitaplardan birisidir.
Orhan Kemal Ödülü bu kitaba okunmadan verildiyse bu korkunç bir olaydır. Ancak bu kitaba okunarak ödül verildiyse bu çok daha korkunç bir olaydır. Ödül gerekçesi ise akılla ve insanlığın sanat birikimiyle alay etmektir.
Jüri üyeleri içinde tanıdıklarım, gayet saygın alanlarında yetkin sanatçılardır. Ancak bu olay kişisel bir olay değildir. Bu kitabın Orhan Kemal Ödülü almış olması, Türkiye’de ödül kurumunun ne kadar çürümüş olduğunun güncel bir kanıtıdır.
VASAT EDEBİYATI 101
Taylan Kara
Comments