Bir konuyu düşünmenin konusu olmaktan çıkarmanın ve tartışılmaz kılmanın en basit ve en sık rastlanan yolu onu “akademize etmek”tir.
Akademi konusu olan şey üzerine yüzlerce klon tez ve aynı şeyi söyleyen binlerce makale yazılır; o konu, konunun molekülleri ile görünmez kılınır.
Akademize olmuş konuda üretilen literatür, gözü kapatmak için kullanılan göz bağının kendisidir.
*
Bir düşünce akademik jargona tercüme edildikten ve akademik etkinliklerin nesnesi haline geldikten sonra o konu artık düşünmenin konusu olmaktan çıkar; etrafına literatürden yapılmış düşünce geçirmez bir duvar örülür ve sarıp sarmalanarak rafa kaldırılır. Bu süreçten sonra bu konu ile ilgili bir düşünme teşebbüsü bu literatür duvarına, vitrinin kalın camlarına, o konuda yazılmış ve yazanı hariç (belki de dahil!) hiç kimsenin okumadığı yüz binlerce sayfalık bir akademik atığa çarpacaktır. Artık o konuya giden her yol, bu akademik geçitten geçmektedir.
O konuda yeni bir fikir söylemek isteyenin önüne 10 bin sayfa literatür yığılır. Bu konuda bir cümle kurmak isteyen herkesten, önce % 99’u hiçbir işe yaramayan o literatür yığınını ellediğini gösteren izin belgesi istenecektir. Bu akademik atık yığınının kenarından dolanarak o düşünceye ulaşabilecek hiçbir yol yoktur.
Örneğin M. Heidegger hakkında 100 bin sayfa literatür olması, M. Heidegger’in tartışmaya kapatılmasıdır. Heidegger hakkında 100 bin sayfa olması Heidegger’in felsefesinin bireyler tarafından değerlendirilmesini fiilen yasaklar ve artık bu konudaki değerlendirme tekelinin enstitülere, üniversitelere, bu konunun profesyonellerine devrini zorunlu kılar. Tek tek bireyleri kontrol etmek zorken kurumları kontrol etmek kolaydır.
Bir yazarın romanları ile ilgili 20 tane tez yazıldıktan sonra bu artık tartışmaya kapatılır. Artık bu literatür, hangi şey hakkında ise o şeyi dokunulmaz kılar. O literatürün ardına ne koyarsanız o kutsaldır. Bu literatürün ardı artık tefsir edilmektedir. Tefsir edilen metinde “Ali gel” diye bir cümle bile olsa o cümlede keramet aranır.
“Akademize etmek” bir konuyu düşünce konusu olmaktan çıkarmanın en temiz yoludur. Yeri gelmişken şu saptamayı yapmak gerekir:
21. yüzyılda Marxizm fazlasıyla akademize edilmiştir ve sermaye için kendi başına bir tehdit olmaktan neredeyse çıkmıştır. Marxizmi sermaye için tehlikeli kılan Leninizmdir.
**
Düşüncede Dışa Bağımlılık
Türkiye’deki düşünce dünyasında yaygın görülen bir eğilim vardır. Belli bir konuda Batı literatüründe yazan her şey, hiçbir eleştiri süzgecinden geçirilmeden ve üzerinde bir saniye bile düşünmeksizin olduğu gibi merkeze alınır ve “literatür kozası” o çekirdek etrafında örülür.
Sosyal bilimlerde bunun en az iki sakıncası vardır:
1. Toplumların yapısı aynı değildir; bir toplumda geçerli olan bir sosyal düşünce, diğerinde geçerli olmayabilir. Örneğin Fransa’da yetişkinler ile 15 yaşın (Fransa’da rıza yaşı) altındaki küçükler arasındaki tüm rızaya dayalı ilişkilerin suç olmaktan çıkarılması için imza kampanyası açılır.
https://en.wikipedia.org/wiki/French_petition_against_age_of_consent_ laws http://www.dolto.fr/fd-code-penal-crp.html (Erişim tarihi: 13.12.2021)
Bu kampanyaya J. P. Sartre, L. Althusser, M. Foucault, R. Bartes gibi tanınmış düşünürler de imza verir. Böyle bir kampanyanın Türkiye’deki karşılığı nedir? Türkiye’deki sorun bu mudur? Buradaki sorun bu çocukların zorla evlendirilmesidir.
https://web.archive.org/web/20200128174728/http://www.cumhuriyet.com. tr/haber/yasam/3781/Uc_kadindan_biri_18_yasindan_once_evleniyor.html (Erişim tarihi: 13.12.2021)
Fransa’daki bir yönelim ya da düşünce buraya olduğu gibi aktarıldığında yapılan şey bu toplumdaki feodal gelenekleri beslemekten başka bir şey değildir. Her üç “kadın”dan birisinin çocuk yaşta evlendirildiği bir toplumun sorunu “yetişkinler ile on beş yaş altı çocuklar arasındaki tüm rızaya dayalı ilişkilerin suç olmaktan çıkarılması” mıdır?
Kendi toplumunda karşılığı olmayan, başka bir toplumda ve bambaşka dinamiklerle oluşmuş bir sorunu, sanki kendi toplumunun sorunu buymuş gibi ele almak, ancak zihin ithalatı ile olanaklıdır. Elektriği olmayan bir köyün sosyal bilimcisi, “aşırı bilgisayar kullanmanın göze zarar vermesi” üzerine makaleler yazmakta ve bu sorunu en evrensel sorun olarak görmektedir! Elektriği olmayan köyün aydını, köye elektrik getirmek isteyenleri, gözlere zarar vermekle suçlamaktadır! Elektriği olmayan köyün sosyologu, maddi olanaksızlıklar nedeniyle köye elektrik gelmemesini, “gözleri koruyan bir durum” olarak alkışlamaktadır. Elektriği olmayan köyün akademisyeninin “bilgisayar kullanmanın göze zararları”nı anlattığı makalesi, bilgisayar laboratuvarlarından bol bol atıf almakta ve bu durum bu akademisyenin dünya çapında saygın olduğunun kanıtı olarak görülmektedir. Elektriği olmayan köyün sosyal bilimcisinin ve akademisyeninin yazdığı onca makalede “köyde elektrik olmaması”ndan bir kez olsun söz edilmemekte, bu durum bir sorun olarak görülmemektedir.
2. Sosyal bilimler, başka hiçbir alanda olmadığı kadar ideolojiktir ve egemenlerin müdahalelerine açıktır. Literatür yığınının tek bir insanın baş edebileceği hacmi aşması özellikle yapılan bir şeydir; böylece bireysel bir yargının önü alınmış ve yargılar kurumlara devredilmiş olur.
*
Sosyal Bilimlerin (Yeniden) Üretimi ve Düşüncenin Yan Sanayisi
Akademiler, üniversiteler ve sosyal bilimler alanındaki enstitüler, dünyada kültür ikliminde baskın olan düşünce ve felsefeleri olduğu gibi alan kurumlardır ve bu kurumlar çok açık bir şekilde egemen ideolojinin mutlak hâkimiyeti altındadır. Egemen ideolojinin bu alanlar için öngördüğü çerçeve son derece nettir. Sosyal bilimler alanında üretilen literatürde hemen hemen daima sadece önceden belirlenmiş olan belli sonuçlara ulaşmaya izin vardır; bu çerçevenin dışında kalan sonuçlara ulaşmak önerilmez ve teşvik edilmez, ulaşılırsa çok daha zor yayımlanır, yayımlanırsa da görmezden gelinir ve asla ana akım eğilimi etkilemez. Bu alanlarda çalışılması için kaynak aktarılan konular ve bu konuların nasıl işlenmesi gerektiği son derece açıktır. Terry Eagleton’ın örneğini verirsek çalışma nesnesi “beden” ise üzerine çalışılacak konu “açlık çeken beden” değil “erotik beden”dir.
Nasıl ki 19. yüzyılda el yapımı üretim, fabrika üretimine yenildiyse 21.yüzyılda da benzeri bir durum entelektüel alanda gerçekleşmektedir. “Sosyal bilimlerin dönüşümü” oldukça detaylı bir konu olup konuyu dağıtmamak için burada tartışılmayacaktır.
Bu nedenle akademiler genellikle üretim değil “yeniden üretim” yapar. Yukarıda tanımlanan gerekçelerle, akademilerin baskın işlevi çoğu kez “düşünce üretimi” değil “üretilmiş düşüncenin dağıtımı”dır. Buralarda gidilmemiş yol hemen hemen daima olmaz; tescil edilmemiş hiçbir yoldan gidilmez. Bu anlayışın yerel bir yansıması olarak Türk akademisinde patikalar değil otoyollar vardır; toprak yollar korku yarattığı için genellikle asfalt yollar tercih edilir.
Sosyal bilimler alanında çalışan akademik kurumlarda baskın olan damarın işlevi, üzerinde “mikrocerrahi” yapılarak amaca uygun düzenlenmiş kavramları ithal edip düşünce dünyasında yaygınlaştırmak ve “düşüncenin yan sanayisi” olarak bu kavramlara “literatür yığınağı” yapmaktır.
Edebiyatla Ahmaklaştırma Felsefeyle Çökertme 4. Cilt
Taylan Kara
Kırk küsur yıl önce, öğrencisi olduğum sosyal bilimlerden, görüp öğrendiklerime, bu makale perspektifinden baktığımda, makaleye yapılabilecek en ufak bir itiraz bulamadım. Sosyal bilimlerin güncel durumu ise keza Sayın Kara'nın "Yakın Tarihte Aklın İmhası 6 :Sosyal Bilimlerde Akılsızlaştırma" ve benzeri sunumlarda tespit edildiği üzere, maalesef çok daha vahim. Bu tespitleri aslında tıp bilimleri formasyonuna sahip bir bilim adamının yapması epistemolojik bir doğrunun altını çiziyor. Nasıl ki coğrafi anlamdaki bir adayı bütünüyle görebilmek için ondan uzaklaşmak gerekiyorsa, hakikate ulaşabilmek için de onun nesnesinden uzaklaşmaya daha doğrusu bir kuş bakışına ihtiyaç var. Hakikatin nesnesine hem yakından hem uzaktan bakabilen ve bizim de bakmamızı sağlayan Sayın Kara'ya ne kadar teşekkür etsek az.
Her şeye rağmen literatüre teslim olmayanlara da köyün delisi deriz olur biter.