(DÜŞÜNCENİN ARKAGÜRÜLTÜSÜ/MIRILDANMALAR kitabından)
Nazi ordusu Bewusstburg adlı kenti kuşatmıştır. Nazi ordusunun bulunduğu taraftan açılan bir top ateşi ile bir bina yıkılır. Binanın yanında duran Bewusstburglu biri, Nazilerin bulunduğu tarafa doğru bağırır:
-Bakar mısınız bayım. Top atışı yaparken dikkat etmeniz gerekmez mi? Yandaki binanın zarar gördüğünü görmemiş olamazsınız.
Cümlesini bitirir bitirmez bunları söyleyenin üzerine makineli tüfekle ateş edilir, adam hemen ölür.
Bütün bunlar kaldırımda duran bir başka Bewusstburg sakininin önünde olmaktadır. Gördükleri karşısında çok şaşırır. Kafasından bir an için “öldürülen kişi Alman tarafına doğru seslenirken ‘bayım’ diye hitap etti, ateş eden kişi kadın olmasın sakın?” diye düşünür. Sonra o da Alman tarafına doğru bağırır:
-Heey! Beyefendi veya hanımefendi! Buraya doğru ateş ediyorsunuz ama burada insanlar var. Bu biraz sorumsuzluk olmuyor mu sizce de?
Birkaç saniye sonra bu kişinin hemen yanındaki binaya bir top mermisi düşer ve binanın bir duvarı yıkılır.
Bütün bu olanları soldaki binanın kenarında bir apartman girişinde iki kişi izlemektedir. Kendi aralarında konuşurlar:
-Gürültü nedeniyle duymamış olabilirler.
-Mesafe de çok uzak.
-Ses oraya kadar nasıl gidecek ki?
Binanın altındaki kitapçı dükkânının sahibi de konuşmalarını duyar ve yanlarına gelir.
-Bence uyarıları duymuyorlar. Megafonla seslenmelilerdi. Megafonla seslenselerdi, olanları fark eder ve ateşi keserlerdi.
Çalışanlardan birisi kitapçıdan elinde megafonla çıkar ve kitapçıya verir. Kitapçı megafonla ateş edilen tarafa doğru seslenir.
Cümlesini daha bitiremeden yanlarındaki apartman bir top mermisi ile vurulur. Kitapçının çalışanı yan yana duran iki adama dönerek:
-Bence az önce söylenenleri anlamadılar çünkü Almanca söylemedik. Bizim dilimizi nereden bilsinler? Ortada bir iletişim sorunu var. Onlarla iletişim kurmalıyız. Adamlardan birisi:
-Ben Almanca biliyorum, megafonu alabilir miyim?
diyerek az önce söylenenleri megafonla Alman tarafına doğru ama bu sefer Almanca olarak söyler. Sesi hâlâ caddede yankılanırken birden üzerlerine makineli tüfekle ateş açılır. Merminin biri kitapçının kulağının dibinden geçer. Ölmekten kıl payı kurtulan kişi ateş edilen yere bakıp kafasını aşağı yukarı sallayarak:
-Ben size yapacağımı bilirim!
Yanındaki kişi ise kendisini duvarın arkasına zor atmıştır; bulunduğu yerden öbürüne seslenir:
Bence bu tedbirsizliği belediyeye hatta ve hatta Führer’e bildirmeliyiz; sorumlular hak ettikleri cezayı almalılar.
Öbür adam:
-Führer’in bunlardan haberi olduğunu hiç sanmıyorum; haberi olsa bu sorumsuzluğa hiç izin verir miydi?
Binanın kapısına yakın duran ve konuşmayı dinleyen diğeri:
Büyük bir hata yapıyorsunuz. Bu sorumsuzları hiç muhatap almamak gerek. Görmüyor musunuz hiç laftan anlamıyorlar. Öbürü:
-Peki ne öneriyorsun?
-Bence doğrudan tutanak tutalım.
-Onlara bunu bildirmeden mi?
Diğeri:
Bence bu şekilde davranmaya devam ederlerse zabıt tutacağımızı söyleyelim; kararlı bir şekilde söylersek vazgeçeceklerdir.
-Deneyelim isterseniz ama hiç sanmıyorum.
Kısa boylu olan Almanların ateş ettiği tarafa doğru bağırır:
-Heeeey! Ateş etmeye devam ederseniz hakkınızda zabıt tutacağız ona göre…
Birden caddenin başında bir Alman tankı belirir.
Sokakta kimden çıktığı belli olmayan bir bağırış duyulur:
-Kaçın Naziler geliyor!
Az önce konuşanlar birden sesin geldiği tarafa doğru bakar ve kendi aralarında konuşmayı sürdürür. Uzun boylu olan:
-Bu çok yanlış. Oldukça ötekileştirici bir tarz bu.
Diğerleri sırayla konuşur:
-Toptancı bakmamak gerekiyor. Nazilerin hepsi topyekün kaçılacak bir grup mu yani. Nazilerin içinde birçok farklı eğilim ve yönelim var. Farklı görüşte olsak da bir arada yaşamayı ne zaman öğreneceğiz?
-Nazilerin içinde iyisi var kötüsü var. Ben de Nazi değilim ama böyle ön yargıları yanlış buluyorum.
Alman tankı, caddeden yavaş yavaş yaklaşmaktadır. Konuşanlara doğru ilerlerken kaldırımda direğe yaslanmış bir şekilde duran bisikleti ezer, sonra da sağ taraftaki binanın ortasını hedef alarak ateş eder. Üçüncü katın ön duvarı top ateşiyle yıkılmıştır. Az önce konuşanlar, bunları yandan seyretmektedir. Birbirlerine:
-Gördün değil mi?
-Görmez miyim? Kırmızı ışığı ihlal etti.
-Yayalara özel yolu da işgal etti. Geçiş hakkı yayaların olduğu hâlde umursamadan geçti. -Üstelik engelli rampasının girişini kapatmış. Tekerlekli sandalyede bir engelli gelse nereden geçecek?
-Gerçekten tam bir sorumsuzluk, tam bir narsistik davranış. Bu insanlar ne zaman empati duygularını bu kadar yitirdi?
-Polise ihbar etsek bir sürü ceza öder. Ne kadar bencilce bir davranış! Ehliyetine el koyulma olasılığı bile var.
İlk konuşan tekrar konuşur:
-Hatırlar mısınız geçen yıl belediye meclisi karayollarıyla ilgili bir kanun değişikliği yapmıştı. Şehir içi yollara eskiden 8 tondan fazla çeken araçlar giremezken bu sayıyı 20 tona çıkardılar. Nedenini şimdi anladınız mı? Bu değişikliğin bedelini ödüyoruz işte!
Bir başkası:
-Yeni yargı paketinde bu sorunu gidermeleri gerekirdi ama yapmadılar. Tam bir vurdumduymazlık.
Oradaki herkes hâlâ tanka doğru bakıp sırayla bir şeyler söylemektedir.
-Tank sürücüsünün özel bir ehliyeti olmalı; bu sürücünün ehliyetinin tank sürmeye elverişli olduğundan bile emin değilim.
Tank caddeden sola döner, hedef aldığı bir binaya doğru büyük bir gürültüyle ateş eder. Hedef aldığı binanın 4. katının duvarında kocaman bir delik oluşmuştur.
Bunu izleyenlerden biri diğerine:
-Şuna bak. Meskûn mahallede ateşli silah sıkıyor. Artık bu durumu polise bildirmek zorundayız. Kabahatler kanununun 551. maddesini çiğniyor açık açık. Yanındaki bunu onaylayarak:
-Şu gürültüye bak. İnsanların hastası var, uyuyan bebeği var. Sözün bittiği yer!
-Ya o duvarın arkasında bir insan olsaydı.
Bu konuşmayı sessizce dinleyenlerden biri:
-Size katılmıyorum. Bu ülkede her vatandaşın, evrensel insan hakları beyannamesinde yazılı olan ve anayasayla güvence altına alınan seyahat özgürlüğü hakkı vardır. Buna engel olmak demokratik kültüre aykırı olur.
Polisin aranması gerektiğini savunan kişi itiraz eder:
-Bu tankın egzoz pulu ve araç muayenesi var mıdır sizce? Polisi çağırırsak bunları da kontrol eder. Belgeleri tamsa söyleyecek sözümüz yok tabii ama bunlar kontrol edilmeli.
Tankın solunda yol kenarında bir çöp bidonu ve yanında da tahtadan bir bank bulunmaktadır.
Bankta yaşlı bir adam bastonuna yaslanmış dinlenmektedir. Kolunda SS amblemi olan bir asker tanktan çıkar ve makineli tüfekle yaşlı adama doğru ateş açar; çöp bidonuna onlarca kurşun saplanır, yaşlı adam delik deşik olur ve bankın üzerine devrilir.
Az önce kendi aralarında konuşanlar konuşmalarına devam eder.
-Bakar mısın şuna? Kamu malına zarar veriyor. Bu çöp bidonlarının parası kimden çıkıyor; senden benden, bizim verdiğimiz vergilerden.
Diğeri söz karışır:
-SS subayı Nazi yaşlı adamı öldürdü galiba.
Yandaki adam:
-Evet ben de böyle düşünüyorum ancak o adamın da tankın yolunda ne işi var diye sormak gerekiyor.
Karşısındaki yanıt verir:
-İnsanları hemen suçlamak doğru değil. Suçlu ise elbette cezasını çekmeli tabii. Ama önce bir soruşturma açılmalı ve soruşturmanın sonucu beklenmeli. Ama soruşturmanın selameti için tankın sürücüsü hemen görevinden alınmalı.
Bir önce konuşan kişi:
-SS subayının yaptığı kabul edilemez ama bu davranışı Nazilere mal etmek ne kadar doğru? SS’ler ile Nazilerin arasında bir ayrım yapmak gerekiyor bence.
Diğeri:
-Bence artık polisi aramanın zamanı geldi.
-Bana göre bunun bir yararı olmaz.
-Peki ne öneriyorsun?
Her şeyi kamu gücünden beklememeliyiz. Biz siviller olarak bu sorumsuzluğu sert bir şekilde protesto edebiliriz.
-Nasıl?
-Bence hepimiz aynı anda yakamıza siyah bir kurdele takmalıyız. Siyah burada protestomuzu temsil ediyor. Bununla da yetinmemeli, tank yaklaştığında aynı anda hep birlikte arkamızı dönelim.
Kendi aralarında böyle konuşurken biri arkalarından şöyle der:
-Protestoyla olacak bir şey değil.
Geriye döndüler, içlerinden biri bunu söyleyenin yüzüne bakarak:
-Ne öneriyorsun peki?
Adam yanıt verir:
-Bir an önce savcılığa gidip suç duyurusunda bulunmalıyız. Bağımsız yargının yaptığı soruşturma sonucu eğer suçlularsa zaten ceza alırlar.
Hepsi başıyla onaylayarak bulundukları caddenin karşı tarafına doğru yürür ve tabelasında “Staatsanwaltschaft Bewusstburg” (Bewusstburg Savcılığı) yazan binaya girer. En son öneri getiren kişi Almanca bilmektedir. Kapıdaki silahlı nöbetçi durdurunca durumu anlatırlar ve sorumlu başsavcı ile görüşmek istediklerini söylerler. Nöbetçi onlara beklemelerini söyler ve hemen karşısındaki kapısı açık odada elinde telsiz bağırarak emirler yağdıran üniformalı adama doğru yürür. Odanın önünde durur ve amirinin konuşmasının bitmesini bekler. Bağırarak telsizle emirler veren adamın sesi bekleyenlere kadar gelmektedir:
-Tamam yıkın.
Üniformalı adam, bunları söyledikten sonra gelenlere döner, öne doğru bir adım atarak seslenir:
-Ne var?
Almanca bilen kişi komutana gelme nedenlerini açıklarken, gelen diğerleri de komutan sanki anlıyormuş gibi birkaç ağızdan konuyu anlatırlar; sokakta öldürülenler, top ateşiyle yıkılan binaların yerleri, tankın verdiği hasar bir çırpıda komutana aktarılır. Komutan sözlerini kesmese daha anlatacak çok şeyleri vardır. Komutan nöbetçiye kafasıyla işaret edince birkaç asker tüfekleriyle gelenleri döverek dışarı doğru ittirmeye başlar. Komutan belindeki tabancasını çekip kapının önünde dışarıya doğru geri geri giden kişiye yaklaşır ve kafasına doğru ateş eder. Alnından vurulan adam oracıkta yere düşer. Gruptaki diğerleri bunu görünce kaçmaya başlar. Nöbetçiler arkalarından ateş ederek iki kişiyi daha yere serer.
Grubun geri kalanları hızla kaçar. Arkalarından askerlerin gelmediğinden emin olunca bir binanın girişinde durup soluklanırlar. Şimdi üç kişi eksilmişlerdir. Kalanlardan birisi diğerlerine:
-Bu gerçekten çok üzücü.
Diğeri:
-Bence kendimizi doğru ifade edemedik, komutan bunun üzerine sinirlendi.
Yanındaki: -
Sana katılmıyorum, bize yapılan kelimenin tam anlamıyla bir nezaketsizlikti.
İlk konuşan:
-Ama randevu almadan gittik. Bana göre komutanın tepkisinin nedeni bu olabilir. Üçüncü kişi:
- Randevu almadan gitmemizin yanlış olduğunun ben de farkındayım ama durum biraz acildi.
İlk konuşan:
-Arkadaşlar, burası dingonun ahırı değil. Bir sıkıntı varsa savcılar soruşturma açar ve ortada bir suç varsa da cezası bellidir.
İkinci konuşan:
-Bana göre yerel savcılık hakkında görevi ihmalden bir üst mahkemeye suç duyurusunda bulunmalıyız.
Kendi aralarında böyle konuşurlarken birden arkalarında,
ellerinde tüfekleriyle bir manga asker belirir. Almanca “eller yukarı” demelerine gerek kalmadan oradaki 5 kişi ellerini havaya kaldırmıştır bile. Karşı taraftan, az önce girdikleri binanın nöbetçi askeri yetişir. Askerler ile nöbetçi aralarında bir şeyler konuşur. Konuşmaları fazla uzun sürmez. Elleri havada duran beş kişiyi kapısında durdukları binanın önüne tek sıra hâlinde dizerler. Bir manga Alman askeri beş metre uzakta onlara paralel dizilir. Başlarındaki çavuşun tek sözcük emriyle, esir aldıklarına nişan alırlar. Bu sırada ikinci sıradaki adam başını fazla çevirmeden yanındakine doğru şöyle der:
-Bunlar bizi öldürecekler yav.
Solundaki adam:
-Yaptıkları açıkça anayasanın 17. maddesine aykırı biliyor musun?
Onun solundaki adam:
İlk fırsatta yerel savcılık hakkında görevi ihmalden bir üst mahkemeye suç duyurusunda bulunmalıyız.
En soldaki adam:
-Bu büyük bir haksızlık. Tam anlamıyla bir hukuksuzluk.
İkinci sıradaki adam:
-İlk seçimde bunları sandıklara gömmeliyiz.
Cümlesini bitirir bitirmez çavuşun ateş emri duyulur, askerlerin tüfeklerinden çıkan sayısız mermi sıradaki adamların bedenlerini delik deşik eder. Bedenlerinden akan kan birbirine karışır. Bu beş kişinin cesetlerini birkaç gün boyunca toprağa gömmezler.
Comments