Yıllardır sosyal medya hesaplarında dolaşan bir şehir efsanesi vardır. Söylenen şudur:
“Norveççede 'Atatürk gibi düşünmek' diye bir deyim vardır. Usun (aklın) önde olduğu, duygusallıktan ırak, mantıklı, bilimsel düşünmeye, Atatürk gibi düşünmek diyorlarmış”
Bir başka yazıda bu deyim şöyle açıklanmaktadır:
“Herhangi bir problem karşısında, çözümü imkânsız olduğu düşüncesiyle hemen kestirmeden teslim olma eğiliminde olan, ne yapıp edip bir çözüm üretmek için yaratıcılığını zorlama zahmetine katlanmak istemeyen ruh ve zihin tembeli kişilere söylenir bu söz... Bu tip insanlara derhal, “Hayır, yanılıyorsun, bu problemin mutlaka bir çözümü olmalı; biraz da Mustafa Kemal gibi düşün” deriz...
*
Bu ifade, zaman zaman İsveççe veya Fince diye değişik çeşitlemelerle tekrar tekrar dolaşıma sokulmaktadır.
Bu iddiayı, yazar Ümit Zileli 30 Mayıs 2002'de Cumhuriyet'teki köşesinde yazmıştır. (1) Sonrasında defalarca tekrar edilmiş ve değişik çeşitleriyle hala sosyal medyada paylaşılmaktadır. (2)
*
Norveççede böyle bir deyim gerçekten var mıdır?
Norveççe-İngilizce sözlükte böyle bir deyim geçmemektedir. Norveççe wikipediada böyle bir deyim yoktur. Bu deyimi çağrıştıran bir deyim de yoktur.
Forumlarda ve çeşitli sitelerde rastlanan hiçbir Norveçlinin böyle bir deyimden haberi yoktur. (3)
Arkadaşlarımın tanıdığı Norveçliler, böyle bir şeyi ilk defa duyduklarını söylemiştir.
Bu iddia, son olarak mail yoluyla Norveç Büyükelçiliği’ne sorulmuştur. Norveç Büyükelçiliği, bu konuyla ilgili atılan maile “böyle bir deyimin olmadığı” yanıtını vermiştir.
*
Uzatmadan söyleyelim: Norveççede böyle bir deyim yoktur.
Bu iddianın kaynağı, bir işadamından aktarıldığı söylenen bir sözle profesör olarak tanıtılan ancak gerçekte hiçbir akademik titri olmayan bir kişinin kanıtsız rivayetinden ibarettir.
*
Bir ideoloji varlığını sürdürmek için ne kadar çok olguyu görmezden gelir ve ne kadar çok yalana ihtiyaç duyarsa o kadar güçsüz demektedir. Kendini Atatürkçü olarak tanımlayan bir kişi, Atatürk’e saygı duymak için niçin bu uydurmaya ihtiyaç duyar?
Bir Atatürkçünün Atatürk’e saygı duyması için niçin Atatürk’ün başkaları tarafından onaylanması gerekmektedir?
*
“Atatürkçülük bir cümlede nasıl özetlenir” diye sorulsa her halde şu yanıtı vermek gerekir:
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir”.
Hani Ali Nesin’in “oldukça basit” bulduğu, bazı liberallerin “pozitivist”, bazılarının “despotik” ya da “tekçi” diye eleştirdiği cümle…
Konu, uzun uzun temellendirmeye gerek duyulmayacak denli açıktır:
Cumhuriyetin en önemli referansı Fransız Devrimi ve devrimcileri idi. Bu nedenle akılcılık ve Aydınlanma gibi kavramlar bu düşüncenin olmazsa olmazıdır. Neyi ne kadar yapıp yapmadıkları bir yana, çıkış noktaları ve atıfta bulundukları şey buydu.
Tarih, akılcılık ve Aydınlanmanın öylesine birer aksesuar olmadığını, bunlar atıldığı anda ortada Cumhuriyet namına bir şeyin kalmayacağını büyük bedellerle de olsa doğrulamıştır, halen de doğrulamaktadır.
Tarihin şu anında “o acı doğrulama”nın içinde bir yerlerde bulunmaktayız. Cumhuriyetin “uzun intiharı”, Aydınlanmayı ve aklı bir fazlalık olarak görüp bundan vazgeçtiği ölçüde gerçekleşmiş ve bugün artık geri döndürülemez eşiği çoktan aşmıştır.
Cumhuriyet, aydınlanma ve akıldan taviz verdikçe küçülmüş, güç kaybetmiş ve en sonunda anahtarları sessizce teslim ederek kendi devrimini terk etmiştir.
*
Bir dönem adı ikna odalarıyla anılan, epeyce laik(!) bir profesörün, yıllar önce doçentlik sınavında kendisini sevmeyen jüri başkanının düşüncesinin “Beyti Dost”un (yeni nesil çağdaş (!) tarikatlardan birinin öğretilerinde geçen fizik ötesi varlık) gücüyle değiştiğini iddia ediyordu.
Çeşitli Atatürkçü derneklerin de üst düzey yöneticiliğini yapan bu akademisyenin bu tutumu ile akılcılığın, bilimsel düşüncenin ya da Aydınlanmanın ne ilgisi vardır?
Bu akademisyen, Atatürk gibi mi düşünmektedir?
*
Film çekimi için gittiği şehirde Atatürk’e benzeyen oyuncuyu görünce ağlayarak, "Size ihtiyacımız var paşam. Paşamızı gördüğümüz için çok mutluyuz. Geri döndü işte” diyerek sarılan Atatürkçüler, Atatürk gibi mi düşünmektedir (4)?
Kendisini Atatürkçü olarak tanımlayan ve televizyonlarda ballandıra ballandıra “Atatürk ve 19 mucizesi”ni anlatan Cenk Koray, Atatürk gibi mi düşünüyordu?
On yıllarca “Atatürkçülüğün bekçisi” olarak görülen orduda, kaybolan silahı, cin çağırarak ve kerametli horozla arayan general Atatürk gibi mi düşünüyordu (5)?
Bu olayı görüp doğal karşılayanlar Atatürk gibi mi düşünüyordu?
Anıtkabir müzesinde Atatürk’ün siluetini gösterdiğine inanılan bulutların ve dağların fotoğraflarını sergileyerek Atatürk sempatisi yarattığını düşünen akıl, Atatürk gibi mi düşünmektedir?
Gökyüzündeki Atatürk silueti için festival düzenleyenler Atatürk gibi mi düşünmektedir? (6)
Gökyüzündeki bulutların şeklinden anlamlar çıkarmak nasıl tanımlanabilir?
“Antitarikatçı görünümlü” neotarikatçılık” mı?
Bu görüntülerden her yerde bulmak mümkündür ve bunlar her şeye benzetilebilecek, basit açıklamaları olan sıradan doğa olaylarıdır.
Adına ne derseniz deyin bu sayılanlar, “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözünün hançerlenmesidir. Bugün gökyüzündeki bulutta Atatürk görenler, yarın rüyasında şeyh göreceklerdir. Bugün dağda Atatürk silüeti görenler, “meşe ağacında kelime-i şahadet gören” kadroların yedekleridir. Bulutta Atatürk görenler, dinsel/sihirsel düşünüşün “laik!” kanadıdır.
“Şeyhin mucizeleri”ni görmeye hazır bir toplum vardır şimdi. Kendine bilimi ve aklı kılavuz almış bir düşünceyi savunduklarını iddia edenler, hurafe ve mucize avcılığına el çırparak kendilerinden geçmektedir (12).
Onlar büyüye, hurafeye karşı değildir. Sadece büyünün ve hurafenin içeriğiyle ilgili sorunları vardır. Karşılarsa “Kuran’daki 19 mucizesi”ne karşılardır; “Atatürk ve 19 mucizesi”ne karşı değillerdir.
Akıl dışılığın akılcılığı nasıl teslim aldığının, nasıl yıktığının hazin örnekleridir bunlar.
*
Mistisizmin her türlüsü, her türlü akıl dışı açıklama -Mustafa Kemal’i övenler de dâhil, özellikle de onu övenler dâhil- Cumhuriyetin dayandığını iddia ettiği akılcılığın altını oymaktır.
Kendini Cumhuriyetçi olarak tanımlayanların, bulutlardaki Atatürk silüetlerinden dünyaya, saçma sapan sayı hesaplarından maddeye, mesihçi açıklamalardan somuta dönmeleri, kendi ait oldukları dünyaya, akla, Aydınlanmaya ve maddeye dönmeleri, var kalmaları için bir zorunluluktur. Aksi takdirde ortada “dönecekleri bir madde” kalmayacaktır.
*
Son derece basit açıklamaları olan, sıradan doğa olaylarında mucize bulan ve dağa düşen bir gölgede Atatürk silueti görenler mi akılcılığı savunacaktır? (12)
Atatürk’e mesih muamelesi yapanlar mı Aydınlanmayı savunacaktır?
“New age tarikatçılar” mı bilimi savunacaktır?
“Atatürk ve 19 mucizesi” ve benzeri safsatalara inananlar mı Cumhuriyeti savunacaktır?
Cumhuriyetçiler, Cumhuriyet yıkıcılarına karşı onların düşünme biçimini uygulayarak değil kendi gelenekleri olduğunu iddia ettikleri akıl ve Aydınlanma yardımıyla mücadele edebilirler ancak. Akıl karşıtlığına karşı akıl karşıtlığı ile mücadele edilemez.
Cumhuriyetçiler, eğer Cumhuriyeti savunacaklarsa dağda, bayırda, bulutta siluet, tarihlerde 19 mucizeleri aramayı bırakıp kendi düşünce geleneklerine, düşünsel köklerine dönmek zorundadırlar.
*
Düşünce biçimi, düşüncenin içeriğini de etkiler.
“Atatürk ve 19 mucizesi” gibi bilimdışı yorumlarla Mustafa Kemal’i doğaüstü bir insan gibi göstermek, bulutlarda, dağlarda garip Atatürk silüetleri bulup –uydurup buradan bir sempati ummak akıldışı-bilimdışıdır. Bu mantık dizgesinden Cumhuriyet savunusu değil olsa olsa Cumhuriyet karşıtlığı çıkar, çıkmıştır.
İddia edilen neydi:
“Norveççede 'Atatürk gibi düşünmek' diye bir deyim vardır. Usun (aklın) önde olduğu, duygusallıktan ırak, mantıklı, bilimsel düşünmeye, Atatürk gibi düşünmek diyorlarmış”.
“Atatürk gibi düşünmek”, eğer yukarıda tanımlandığı gibi ise şunu sormak gerekir:
Norveççeyi ve Norveçlileri bir yana bırakalım; Atatürkçüler Atatürk gibi düşünüyor mu?
(EDEBİYATLA AHMAKLAŞTIRMA FELSEFEYLE ÇÖKERTME 1. CİLT)
Kaynaklar
Comments