*Sağlık çalışanlarına uygulanan şiddet artık sağlık hizmeti üretimini tehdit edecek boyutlara varmıştır. Gereksiz yere bıçaklanan, kurşunlanan, yaralanan ya da öldürülen sağlık personeli bir sonraki gün mesaiye başlayamamaktadır. Bu iş kaybını önlemek amacıyla her hastanede 24 saat hizmet veren “profesyonel özel dayak ekibi” kurulmalıdır. Hasta yakını, dövmek istediği sağlık çalışanını bu ekibe bildirmeli ve dövme-yaralama hizmeti bizzat bu ekip tarafından sağlanmalıdır. Bu şekilde gereksiz kanlı bıçaklama, gürültülü kurşunlama ya da istenmeyen öldürme olaylarının önüne geçilecek, üzerinde hırs alınan sağlık çalışanının iş kaybı engellenecektir. (Kontrolsüz güç güç değildir ilkesi.)
*
*Özel dayak ekibi hizmetinden bir kez faydalanan hasta yakını 10 gün içinde aynı hizmetten tekrar faydalanmamalı, talep ettiği takdirde bu hizmeti ücret karşılığı alabilmelidir. (Paket aşımı gerekçesi)
*
*Tıp kongrelerinin süreleri en az üç ay olmalı ve devremülk sistemine göre yeniden yapılandırılmalıdır. (Üç-dört günden bişey anlamadık ilkesi.)
*
*Tıp kongrelerine kayıt sırasında, tüm katılımcılara, katılımcının oturumları izleyeceği kabul edilerek genellikle içinde bir kalem ve bir not defteri bulunan çantalar verilir. O çantaya mayo, bikini ve isteyenler için dalış gözlüğü de eklenmelidir. (Mayosuz girilmez yasası.)
*
*Kongre aktiviteleri performans sistemine dâhil edilmelidir: hamamda “üç kez keselenenle” “bi su dökünüp çıkan” aynı puanı almamalıdır. Denize 300 metre açılanla sahilde yatıp etrafı kesen katılımcı bir tutulamaz. Asistanların performansları ise onlar henüz eğitim sürecinde olduklarından ve uygulamalarını hocalarından öğrendiklerinden dolayı hocalarına yazılmalıdır (Bana 1000 puan kazandıranı 4 yıl köle yaparım ilkesi.)
*
*Kongrelerdeki konuşmacı seçiminde çoğunlukla esas alınan ”sen ben bizim oğlan” ilkesinden artık vazgeçilmeli ve bu ilke “ben ben bizim oğlan bi de bizim kız” olarak genişletilmelidir. “Aynı egolar”a bir şans daha verilmelidir. (Oğlan bizim kız bizim kuralı.)
*
*Tıp kongrelerindeki dersler derhal kaldırılmalıdır. Deniz, havuz, hamam, sauna, SPA gibi günü tamamen dolduran bir yığın bilimsel etkinlik ve işyükünün altında iken bir de derslere girmeye zaman bulamayan katılımcıların mağduriyeti giderilmelidir. (Sabun elden su gölden, yıkan götüm yıkan ilkesi.)
*
*Yukarıdaki cesur önermemiz bir takım kişilerin ezberini bozabilir. Kongreleri sadece ders ve bilimsel etkinlik olarak gören bir takım ufku dar, vizyonsuz sözde katılımcıların itirazları olabilir. Kongrelere ideolojik yaklaşan bu mihrakların “istemezük” anlayışı, bu statükocu zihniyet, birçok ilerlemenin önünü tıkamıştır. Bu nedenle eğer illa ders yapılacaksa ‒ki buna karşı olduğumuzu bir önceki maddede belirttik‒ Ölüdeniz/ Zimbabwe, Belek /Kongo, Çeşme/ Burundi gibi karasal yerlerde değil en azından denizin içinde yapılmalıdır. Katılımcıya ders mi deniz mi ikilemi yaşatılmamalı, derse ve denize aynı anda girebilme çözümü sunulmalıdır. (Beş parmağın hangisini kessen acır prensibi.)
*
*Tek sözcük İngilizce, Fransızca ya da Almanca anlayamayan, konuşamayan, yazamayan ve okuyamayan bir kişinin yurtdışı kongreye katılımı konusundaki dedikodulara artık son verilmelidir. (Gönül diliyle konuşma teknikleri.)
*
*Yurtdışı kongrelerin bir kısmında uygulanan barkod sistemi kimin ne kadar derse girdiğini ortaya çıkarmaktadır. Bu durum ise derse girmeye fırsatı olamayan katılımcılarla ilgili haksız söylentilere neden olmaktadır. Bu nedenle derhal Dışişleri Bakanlığı nezdinde girişimde bulunulmalı ve barkod sistemi kaldırılmalıdır. Bu mümkün olamıyorsa, kongrenin düzenlendiği şehirde ve çevre ülkelerde bulunan müze, alışveriş merkezleri, kafe, kerhane vs ve eşdeğer sosyal yerlere de barkod sistemi konulmalıdır. Kongreye katılmıyor olabilirler ama boş da gezmiyorlar ya canım! Bu sosyal mekanlarda geçirilen zamanlara “denklik” verilmelidir. (Eee hep ders hep ders olmaz ki, biraz da sosyal olmak lazım gerekliliği.)
*
*Türk sağlık sistemindeki ilk ve tek sorun sadece özel muayanehanelerin kapatılmasından ibarettir. Bu sorun yegane, tek, biricik, ilk, en büyük, en gerçek, en reel, en en sorundur. (Lahana yerken kıtır kıtır, sapına gelince me ilkesi.)
*
*Bir önceki maddeden devamla, tıp mesleğinin itibarsızlaştırılması, emek gücünün ucuzlatılması, sağlığın piyasalaşması, zorunlu hizmet, asistan doktorların çalışma koşulları, tıp eğitiminin niteliksiz hale gelmesi, sağlık çalışanlarına uygulanan şiddet.vs... Bunlar suni gündemler olup belli odakların uydurmalarıdır. (Koy gözüne yasası.)
*
*Bir önceki maddede geçen “göz”, sadece “göz” olup başka bir şey değildir. (Fesatlığa lüzum yok ilkesi.)
*
*Artık uzmanlık branşları devletin sırtında bir kambur olup özelleşmelidir. Bunlar her yıl milyon dolarlar civarında harcama yapılan alanlar olup bütçemizin karadelikleridir. Dahiliyeyi 49 yıllığına bir ilaç firmasına kiralamalı, Radyolojiyi “Yap işlet Şevket” modeline göre bir ilaç firmasına satmalıdır. Halk Sağlığı'nda ise işletmesi pek kazançlı olmayacağından hizmet satın alma yoluna gidilebilir. (Kahvehane Derinliği: bunlar senin-benim cebimden çıkıyor analizi.)
*
*Kardiyoloji ilaçlarının son kullanma tarihi bir sefere mahsus olmak üzere bakanlar kurulu kararıyla bir yıl süreyle uzatılmalıdır. (İlaçta müjde haberi.)
*
*
*Üniversitelere öğretim üyesi alımında “aynı siyasi görüşten olmak, hemşerilik, emmioğlu, dayıkızı vs.” gibi objektif kriterler artık resmi hale getirilmelidir. Sürekli liyakatle adam almaktan kaynaklanan bu tıkanma giderilmelidir; liyakat liyakat nereye kadar! (“İki kişinin bildiği sır değildir, ama herkesin bildiği sırdır” ilkesi.)
*
*Bir defaya mahsus olarak bilimsel yayın yapmadan da yardımcı doçent, doçent ve profesör olma hakkı verilmelidir.
*
*Kamuoyunun taleplerini de dikkate alarak bir önceki maddedeki “bir defaya mahsus”, “her defaya mahsus” olmalıdır. (Bkz. Vatandaşın hassasiyetleri.)
*
*Bedelli doçentlik çıkmalı, hayatlarının en verimli dönemlerinde bilimsel yazı, ders verme, eğitim gibi işlerle uğraşan ve bu nedenle iş kuramayan ve evlenemeyen gençlerimizin bu mağduriyeti giderilmelidir, 21 gün, kısa dönem ya da tümden bedelli doçentlik seçeneklerini içeren bedelli doçentlik yasası en kısa sürede yüce meclisimizden geçmelidir. (Parası neyse verelim prensibi.)
*
*Akademik kurullarda konken oynama yasağı kaldırılmalıdır. (Üniversitelere özgürlük ilkesi.)
*
*Öğretim üyeleri artık stajyer, intern doktor, asistan ya da hastalarla muhatap olmamalıdır. Koskoca doçentin ders anlatması, koskoca yardımcı doçentin ameliyat yapması, koskoca profesörün hasta ya da normal insanlarla muhatap olması kabul edilemez. Hastaysa hastaneye, stajyerse stajına gitmeli, intern internlüğünü bilmelidir.
*
*Asistanların, öğretim üyelerine sürekli sorular sorup onları rahatsız etmesi öğretim üyelerinin işlerini yapmasına engel olmaktadır. Asistanların öğretim üyelerine soru sorma sayısına kısıtlama getirilmeli, haftalık kotalar aşılmamalıdır. Fazla soru soran asistanların performansı kesilmelidir. Bu konuda üniversitelerin kendi inisiyatifinde olmak üzere asistanlara “hoca farkı ödeyerek” özel soru sorma hakkı getirilmelidir.
*
*Akademisyenlerimizin kısa sürede, yorulmadan kariyerlerinde yükselmesi amacıyla 24 saat hizmet veren 999 “Alo Yayın” hattı kurulmalı, yayınları kabul etmeyen dergiler bu numaraya ihbar edilmelidir. Ayrıca yayınlarla ilgili sorunlarda bu numara aranmalıdır. SCI yayın için biri, SCI expanded yayın için ikiyi, ulusal yayın için üçü tuşlamalı, “iyi günler ben Müge size nasıl yardımcı olabilirim” sesini duyunca sorun anlatılmalıdır. Yayınla mayınla uğraşmayıp doğrudan profesör olmak isteyenler ise dokuza basmalıdır.
*
*Bilimsel dergilerde kabul edilmeyen yazılar için yeni dergiler kurulmalı, kabul edilmeyen yazılar buralarda yayınlanmalıdır. (Ne var sanki kabul etseler, temennisi.)
*
*Bilimsel dergilere, “zorunlu hizmet” yasası kapsamında gönderilen bütün yayınları “zorunlu kabul” şartı getirilmelidir. Yayını kabul etmeyerek akademik ortamı sabote eden dergi editörleri derhal tutuklanmalıdır. (Editör vesayetine son sloganı.)
*
*Her türlü olumsuz koşula rağmen, masabaşında, her türlü yetenek ve hayalgücüyle “yoktan var eden” öğretim üyelerinin “bilimsel yayınları” sık sık “literatüre yeni bir katkı sağlamadığı” gerekçesiyle reddedilmektedir. Yayınlarda “literatüre yeni katkı” beklentisine artık son verilmelidir. İyi bir yayın daima literatürü desteklemelidir, eski yayınlarda ne bulunmuşsa aynı sonuçlara varmalıdır. (“Literatür ne diyosa o” ilkesi.)
*
NOT: Bunlar elbette “yalnızca ve yalnızca” mizah yapmak amacıyla yazılmıştır. Önerme, saptama ve eleştiriler kurmaca olaylar üzerine olup bizim galaksimizde böyle bir tıp camiası veya sağlık sistemi yoktur, olmamıştır.
*
NOT 2: Bu yazı 2013 yılında yazılmış olup “Tıp Bu Değil 2” kitabında yayımlanmıştır.
Comments